DAYI

Hikaye bu ya,

Hep anlatır dururlar.

……………….

"Aslanın açlıktan başı dönüyormuş.

Ormanın altını üstüne getirmiş ama nafile.

Yiyecek hiçbir şey yok.

Avlanacak hayvan da yok.

Tam umudunu yitirdiği sırada çalıların arasında bir kıpırtı olmuş.

Aslan pençesini bir atmış yakalamış kıpırdananı, çekip çıkarmış.

Bir bakmış elinde tüylü, ufak tefek bir hayvan.

"Sen de kimsin?" demiş.

Hayvan "Ben kediyim" demiş.

Aslan boş boş bakınca açıklamak ihtiyacı duymuş kedi:

"Ben" demiş, "senin dayınım."

Aslan gülmüş, "Haydi oradan" demiş,

"Ne dayısı. Ben açlıktan ölüyorum seni yiyeceğim."

Kedi demiş ki, "Beni yiyemezsin. Ben senin dayınım.

Bak pençelerime, bak bıyığıma, bak yüzüme."

Aslan kediyi daha yakına çekip incelemiş.

Gerçekten de benziyor kendisine.

İçine bir kuşku düşmüş.

"Peki ama" demiş,

"sen benim dayım olsan daha iri olman gerekmez miydi? Sen ufacık bir şeysin.

Bak ben dev gibiyim."

"Ah ah" deyip iç çekmiş kedi,

"Hiç sorma yeğenim. Ben de senin gibi kocamandım," sonra devam etmiş,

"Sen insanoğlunu tanır mısın?" Aslan başını kaşımış,

"Hayır" demiş. Kedi anlatmış:

"Ben de senin gibi dev bir aslanken bu insanoğlunun eline düştüm. Beni döve döve bu hale getirdi. Küçüldüm böyle ufacık kaldım."

Aslan kediyi yere bırakmış.

Kükremiş,

"Kim bu seni bu hale getiren insanoğlu dayı" demiş,

"Bana göster, senin intikamını alayım."

Kedi düşmüş öne.

Aslan arkasında. Saatlerce yürüdükten sonra ormanın kenarına kadar gelmişler.

Ormanın bittiği yerde bir ev ve önünde odun kıran bir adam göstermiş kedi.

"İşte" demiş,

"İnsanoğlu bu. Bu beni döve döve bu hale getirdi.”

Aslan,

"Geç benim arkama dayı" demiş.

Sonra birden saldırıp adamı yakalamış.

Bir kükremiş, yer gök inlemiş. Demiş ki,

"Seni yiyeceğim. Bak dayımı döve döve ne hale getirmişsin."

Adam bir aslana, bir kediye bakmış.

Anlamış ki aslana, kedinin onun dayısı olmadığını anlatmaya çalışmanın yararı yok. "Peki" demiş,

"Beni yiyebilirsin. Yalnız benim çocuklarım bu odunları satıp para kazanacaklar. Yoksa aç kalırlar. Onların bu dövme işiyle bir ilgisi yok. Onun için şu odunu da kırmama yardım et. Bu işi bitirelim. Sonra ye beni."

Aslan kediye dönmüş

"Ne dersin dayı?" diye sormuş. Kedi başını olumlu anlamda sallamış.

"Tamam" demiş aslan,

"Ne yapmam gerek?" Oduncu, baltanın odunu yardığı yeri göstermiş,

"Ben bu baltayı yavaşça çıkarırken sen iki elini sokup yarığın kapanmasını önleyeceksin, sonra baltayı tekrar vurup odunu ikiye ayıracağım.

Oduncu baltayı yavaşça çıkarırken aslan iki elini sokmuş.

Oduncu baltayı çekince yarık kapanmış ve aslanın eli odunun yarığına sıkışmış.

Kedi derhal kaçmış.

Adam büyük bir sopa kapmış ve başlamış aslana kıyasıya vurmaya.

Adam sopayı vurdukça aslan bağırıyormuş,

"Of anam dayım kadar kalsam razıyım."

……………….

Bugünlerde bakıyorum da siyasetten ekonomiye birileri aklı sıra DAYI larına güveniyor.

Vallahi YENİ TÜRKİYE de kazın ayağı hiç de öyle değil.

Akıllı olun derim

Akıllı olmayanın aklını alırlar.

Demedi demeyin.

…………….

Bir büyüğümüzün bize gönderdiği bir hikayeyi daha sizlerle paylaşalım

Ve bu DAYI dan kafamızı biraz dağıtalım

PAVYONDA BİR KADIN...

''Her giden, benden bir parça koparıp gitti Recep beycim.

İşte geriye kalan da karşınızda duruyor'' dedi.

Hiç haz etmediğim fakat bir arkadaşın ''Gel yahu, sana da malzeme çıkar'' zoruyla girdiğim Beyoğlu batakhanelerinden birindeydim.

Yanıp sönen renkli ışıkların altında, berbat sesli bir kadın sallana sallana bir şeyler söylüyordu. ''Bir şeyler'' diyorum çünkü ne dediğini anlamak mümkün değildi.

Ve zaten dinleyeni de yoktu.

Yarı karanlık masalar tıka basa doluydu ve her masada farklı bir gürültü vardı.

Sonra o gürültüler bir yerde birleşip kulaklarımın ırzına geçiyordu.

Yanımdaki arkadaş iyice kafayı bulmuş ve masalara paylaşılan kadınlardan en sonuncusunu ve en yaşlısını bizim masaya davet etmişti.

Mavi siyaha boyanmış saçları, derin yüz çizgileri ve kıpkırmızı rujuyla karşımızda oturan kadın sürekli anlatıyordu.

Ben ne anlattığından çok ellerine bakıyordum.

Çünkü elleri çorak bir arazi gibiydi.

Kupkuru ve morarmış damarların kıyısında, delik deşik bir ten vardı.

Derin bir iç çektikten sonra, ''artist şampanyası'' dolu kadehini kaldırdı, bize baktı.

Biz de kadehlerimizi kaldırdık.

İşte o anda kadınla göz göze geldim.

Masmavi gözlerinde gördüğüm gemiyi yıllar sonra bile unutamadım.

Şimdi siz bunu bir dost abartması olarak okuyacaksınız fakat inanın öyle değil.

Gerçekten o anda sanki koskoca bir gemi o bambaşka mavi gözlerin sularına gömüldü.

Ayakta uyuklayan garsonlar can sıkıntısıyla, saatlerinin dolmasını ve patronlarından evlerine gitme iznini bekliyorlardı.

Masamızda suskunluk vardı.

Yanımdaki arkadaş sızdı sızacak haldeydi ama yine de her kalkmaya niyetlendiğimde, beni "biraz daha yahu" diyerek yerime oturtuyordu.

Sanırım laf olsun diye, kadına doğru eğilip ''Neden buradasınız?'' diye aptalca bir soru sordum. Kadın önce bir kahkaha patlattı ardından da '' Ah Ali beycim, siz neden buradaysanız ben de ondan buradayım...'' dedi.

Bu hiç beklemediğim cevap karşısında önce bir yutkundum sonra da kekeleyerek

''Şey...Ne alaka canım, ben yalnızlıktan buradayım'' diye saçmalamaya devam ettim. Paketindeki son sigarasını çıkardı ve etrafı kontrol ettikten sonra bu kez o bana doğru eğildi "Yalnızsanız tadını çıkarın efendim.

Benim başıma ne geldiyse kalabalıktan geldi.

Siz bilmezsiniz, orospuluk kalabalık bir meslektir.'' dedi.

Bu sırada arka masalardan birinde kavga çıktı. Anladığım kadarıyla, hesaba itiraz eden bir herif garsonlardan dayak yiyordu. Ben onlara bakarken, kadın işaret parmağıyla çeneme dokunup, kafamı ona doğru çevirdi. ''Siz şairsiniz değil mi?'' diye sordu.

Şaşırmıştım ''Evet ama o kadar belli oluyor mu şair olduğum'' diye işi komikliğe vurdum.

''Aaa, Tamer beycim, ben şairi oturuşundan, kalkışından, konuşmasından tanırım'' dedi.

Bu çilekeş kadın tarzı, oturuşu, kadehi tutuşu, bakışı ve kurduğu cümlelerle iyiden iyiye onunla ilgili meraklanmama sebep olmuştu ama ben o kadar yorgundum ki, yine de sigara dumanı ve alkol kokusundan kurtulup, otelime gitmek istiyordum.

Kadın sıkıldığımı anlamış olacak ki ''Biliyor musunuz, annem babam izin verseydi devrimci olacaktım ben'' dedi.

Kadehi elimden düşürdüm.

Rakı üstüme başıma döküldü.

Ne, ne demişti kadın. "Devrimci" mi?

Ben daha onun ne dediğini anlamaya çalışırken, o devam etti.

''Ben Almanya'da büyüdüm. Orada saygıdeğer, çok sevdiğimiz, devrimci abilerimiz ablalarımız vardı. Her fırsatta, oturduğumuz mahalleye gelip bizimle konuşurlardı. Dertlerimizi dinlerlerdi. Tertemiz çocuklardı."

İyice bana doğru sokuldu.

"Yalan yok, ben de onlardan, onların anlattıklarından, güzel gelecek hayallerinden, barıştan, insanlıktan, sevgiden çok etkilenmiştim. Sonracıma, giyimleri, kuşamları, davranışları...

Ahhh...Bir süre sonra, onların derneklerine gitmeye başladım.

Bana kitaplar verdiler. Benimle gezdiler, hiç bilmediğim şeyler anlattılar.

Biliyor musunuz Ali beycim beni ilk defa insan yerine koyan onlardı.

Fakat gelin görün ki, bu buluşmaları duyan annem ve babam bana çok kızdılar, onlarla konuşmamı yasakladılar. 'Onlar seni kandırıp dağlara göndermek istiyorlar' diyerek, beni eve kapattılar.

Çok üzüldüm çokkk...

Derken efendim, biz bir süre sonra oradan taşındık ve ben bir daha onların izlerini bulamadım. Bu arada Alman diskolarına gitmeye ve saçma sapan insanlarla arkadaşlık kurmaya başladım.

Bir bardak bira ve bir fırt sigara derken, hoop bir baktım ki, viski ve uyuşturucuya kadar gelmişim."

Başını öne eğdi, sesi titreyerek

"Ve bir gece geç vakit diskodan eve dönerken, beni yolda becerdiler. Sabaha karşı polis beni bir çöp kutusunun yanında buldu. Ailem başıma geleni öğrendiğinde, beni yaka paça, İstanbul'a, amcamın yanına gönderdi. Olmadı. Burada da yapamadım. Dik durmayı beceremedim dik durmayı. Bir kere tren kaçtı mı, sonrakilere de yetişemiyor insan."

Kadehindeki son yudumu da içti.

Bir süre birbirimize baktık. '

'Maksim Gorki...Ana...'' dedi.

Haydaaa! Gecenin bilmem kaçında, boktan bir pavyon masasında, karşımda oturan kadın bana Maksim Gorki, Ana diyordu.

Kekeleyerek "Şey...Özür dile..rim..Anlayamadım." dedim.

''Ahh be Tamer beycim...Maksim Gorki'nin diyorum Ana kitabı....Bilirsiniz...İşte o kitap ilk kitaptır. Siz bakmayın benim bu orospu hallerime. Ben Ana'yı okumuş kadınım. Bedenimi kurtaramadım belki ama ruhum hala tertemiz.''

Kafam iyice karışmıştı.

Gorki...Ana...Devrimci...Almanya...Orospu...Kadeh...Disko...Tecavüz...Ruh...Beden...

"Ana benim de ilk okuduğum kitaptır." dedim. Gülümsedi.

Müşteriler birer ikişer gitmiş, geriye sadece biz kalmıştık.

Muzipçe kulağıma "Hadi siz de gitmeden, beraber 1 Mayıs Marşını söyleyelim mi Tamer beycim" diye sordu.

Gülümsedim. "Elbette" dedim. Biz onunla, omuz omuza ''1 mayıs işçi marşını'' fısıldarken, sahnedeki kadın bağıra çağıra

"muratgilin damından atlayamadım''ı hönkürüyordu.

Hesabı ödedikten sonra kalkıp kapıya yöneldik.

Elini sıktım. ''Sizin o tertemiz kalan ruhunuzu çok sevdim" dedim.

Yanakları kızardı. On altı yaşındaki bir kız mahcubiyetiyle "O da sizi çok sevdi efendim...'' dedi.

………………..

Dedem ''Kimin yüreğinde ne yatar bilinmez'' derdi hep.

Düşe kalka otele doğru yürürken, dedemin bu sözü geldi aklıma.

Gerçekten dede, kimse bilemez...

……………

Bunu bizimle paylaşan Recep abime bir kez daha en içten en samimi saygılarımı ileterek bir iki yerel konu ile zaten hiç kimseyi üzmeyeceğimiz rahat cumartesinin yazısını tamamlayalım.

Değerli okurlarımızdan DAVUT Bey şöyle bir yorum yapmış

“Geçtiğimiz gün bir üniversitemizde yaşanan silahlı saldırı hakkında tek kelime yazmadınız.

Ricaya binaen mi, yoksa sorumlu gazetecilik misyonunuz gereği olayı tüm ayrıntıları ile şeffaf bir biçimde yazmak üzere araştırmalarınız devam ettiği için mi?

Saygılar”

……………

Davut abicim çok özür dilerim ama Selçuk Üniversitesindeki silahlı saldırıyı merkezde yayınlanan 11 yerel gazete içerisinde hem de manşetten veren tek gazete idik.

Ertesi günde bununla ilgili bu sütunlarda görüşümü yazdım.

Bir gün sonra tekrar kampüs girişte ki göstermelik güvenliğin tamamen kaldırıldığını bir kez daha yazdım.

Herhalde siz o günlerde bizi okuyamadınız.

AH OĞUZ OĞUZ ABİM AHHHH

En sıkı okurlarımızdan OĞUZ OĞUZ abimiz ise şöyle yazmış

“Yav, boş verin, belediyede güvenlik iken, Ilgın Belediyesi üzerinden özel kalem md yardımcısı kadrosu ile memur yapılan ve sonra genel md olan ve şimdi Tarım Bakanlığında stratejik daire başkanı olan Gonya'lı vatandaş kimdir, neyin nesidir onu yazın.”

……………

Ah abim ahhhh

O şanslı Konyalının kim olduğunu malum Türkiye öğrendi

Sizde bilmiyormuş gibi yazıp beni zarflıyorsunuz.

OĞUZ OĞUZ abim Allah rızası için bari siz bana inanın

Benim DAYIM yok DAYIM

Avukat param hiç yok.

Zaten davalarım devam ediyor

Niye neden yazayım abim?

Hem bu iş yıllar önce olmuş ve şimdi basına sızmış bir durum

Böyle yapmayan siyasetçi var mı?

İlk mi?

Son mu olacak?

Hepimiz Artık bu işleri becerenleri takdir etmenin dışında elimizden ne gelir ki?

Sıkı okuyucularımızdan EMEKLİ BÜROKRAT abimiz ise şöyle demiş

“Sayın Özteke,

Sosyal Kart olayında atladığınız bir şey var

(O kartların kimlere dağıtılacağını AK parti pardon belediye seçiyor)

Bu ayrıntıyı atlamayacak kadar eski gazetecisiniz.

Oysa lokantadan tüm Konyalılar faydalanabilir bilmem anlatabildim mi?”

…………..

Abim bence çok normal

Ama bunun böyle olup olmadığını yine soralım

Çünkü gerçek ihtiyaç sahibine de AK Partili misin denilecek seviyeye geldiğimize inanmak istemiyorum.

Zaten yardımı alan hayatı kurtulduğu için seve seve AK Partili olacak değil mi?

…………..

Sizlere iyi tatiller bizlere iyi çalışmalar

GÜNÜN OKKALI SÖZÜ

Hepimiz kendi dışımızdaki şartların tutsağıyız

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Dondurucu soğuklarda olmayan garip ve yardım isteyemeyecek kadar onurlu insanlarımızı gördüğümüz zaman daha iyi ADAM oluruz.