Kader Yolculuğunda Kendi Köprünü İnşa Et

Her sabah gözlerimizi açarken, aslında bir kader yolculuğuna daha adım atıyoruz. Bu yolculukta çoğu zaman hayatı, başımıza gelenlerin toplamı sanıyoruz. Oysa farkında olmadan asıl belirleyici olan biziz; kararlarımız, tercihlerimiz ve en önemlisi, iç sesimizi ne kadar dinlediğimiz.
Kader dediğimiz şey, yalnızca yazgı değil; aynı zamanda iradenin, seçimlerin ve çabaların toplamıdır. Eğer kendi kaderinizin mimarı olmak istiyorsanız, öncelikle öz benliğinize kulak vermelisiniz. Ne istediğinizi bilmek yetmez; istediğiniz şeyin sizin için ne anlam taşıdığını da sorgulamanız gerekir. İşte o zaman, hayatın direksiyonuna oturmuş olursunuz.
Hayat, bir başarı listesi değil; bir deneyim alanıdır. İnsan, başarmak için değil, yaşamak için gelir bu dünyaya. Ama ne yazık ki çoğumuzda kaybetme korkusu, kazanma arzusunun önüne geçiyor. Hata yapmaktan korkarak yaşamaya çalışıyoruz. Oysa yaşam, yanlış yaparak ve o yanlıştan bir görüş kazanarak anlam bulur. Friedrich Nietzsche’nin de dediği gibi: “İnsan, kendi sesinin gücünü ele geçirmeli ve bunu daha yüksek hedefleri için kullanmayı öğrenmelidir. Her ‘Evet’ ve ‘Hayır’daki kaçınılmaz hatanın farkına varmalıdır.” 
Farkındalık, aslında özgürlüğün kapısını aralar. Çünkü bu dünyada sadece fiziksel değil, ruhsal bir kölelik de vardır. Kederin, kibirin, gösterişin, aşırılığın zincirlerinden kurtulmadıkça, ruhumuz esaretten kurtulamaz. Gerçek özgürlük; ruhsal dengeyi kurduğun, kendinle barıştığın, iç sesini bastırmadan yol aldığın anda başlar.
Unutmayın, hayat bir yaşam köprüsüdür. Bu köprüyü sizin yerinize kimse inşa edemez. Ne geçmiş, ne toplum, ne de şartlar… Sadece siz. Ve her gün attığınız adım, o köprünün bir taşıdır.
 
Özgürlük: Zincirsiz Olmak mı, Sorumluluk Almak mı?
Özgürlük… Kulağa ne kadar sade, ne kadar iç açıcı geliyor değil mi?  Modern insan, özgürlüğü çoğu zaman “canının istediğini yapabilmek” olarak algılıyor. Kuralsızlık, sınırsızlık, başıboşluk… Oysa özgürlük, sınırsızlık değil; bilinçtir. Ne istediğini bilmek, yaptığının sorumluluğunu alabilmektir. Özgür insan, sadece seçim hakkına sahip olan değil; aynı zamanda seçtiği yolun bedelini ödemeye hazır olandır.
İçsel özgürlüğe kavuşmak görüldüğünden daha zordur. Çünkü o, kişinin kendi korkularıyla, arzularıyla, beklentileriyle yüzleşmesini gerektirir. Gerçek özgürlük, başkalarının dayattıklarından çok, kendi kendimize kurduğumuz hapishaneleri yıkmakla başlar.
Özgürlük, bir hedef değil; bir süreçtir. İnsan her gün kendi zihnindeki küçük zincirleri kırarak bu süreci yaşar. Bir korkuyu yendikçe, bir önyargıyı bıraktıkça, bir “yapmalıyım”ı “istemiyorum”a dönüştürdükçe özgürleşir.
Kısacası, özgürlük sadece dışımızda değil, içimizdedir. Ve belki de en büyük özgürlük; başkalarının değil, kendi iç sesimizin peşinden gidebilme cesaretidir.