Türkiye’nin lokomotif sektörlerinden biri olan inşaat, yıllardır ekonomide hem büyümenin hem de istihdamın ana kaynaklarından biri olarak gösteriliyor. Ancak artık beton dökmek ve yüksek binalar inşa etmek yeterli değil. İnşaat sektörü bir yol ayrımında: Ya sürdürülebilirlik ve teknolojiyle dönüşecek ya da geçmişin alışkanlıklarında ısrar ederek potansiyelini yitirecek.
Bugün birçok şehirde “kentsel dönüşüm” adı altında yapılan çalışmaların ne kadar nitelikli olduğu sorgulanıyor. Depreme dayanıklı konutlar üretmek elbette hayati bir konu, ama sadece binaları yenilemek değil, şehirleri akıllı, yaşanabilir ve çevreye duyarlı hale getirmek de gerekiyor.
Öte yandan inşaatta kullanılan malzemelerden, iş gücü kalitesine kadar birçok alanda yenilik ve eğitim şart. Sektör, hâlâ düşük vasıflı iş gücüne dayanıyor ve bu da hem iş güvenliğini hem de yapım kalitesini olumsuz etkiliyor. Ayrıca kontrolsüz büyüme, hem doğa hem de sosyal doku üzerinde kalıcı zararlar bırakıyor.
Artık “ne kadar çok bina yaptık” değil, “ne kadar doğru bina yaptık” sorusunu sorma zamanı. Sadece rant odaklı değil, mimari estetik, enerji verimliliği ve toplumsal fayda ekseninde ilerleyen bir inşaat anlayışı, Türkiye’nin gelecek nesillerine daha sağlıklı şehirler bırakmanın anahtarı olabilir.
Betonu yalnızca sertliğiyle değil, üstüne ne inşa ettiğimizle ölçmeliyiz.