Değerli Okurlar,
Tarihin derinliklerine doğru çıktığımız bu uzun soluklu yolculuğumuzda nihayet Roma İmparatorluğu'nun kalbine, İtalya topraklarına ulaştık. Bir süre bu topraklarda kalarak, mütevazı bir başlangıçtan Akdeniz coğrafyasına hükmeden muazzam bir güce dönüşen Roma İmparatorluğu'nu çok katmanlı ve detaylı bir şekilde inceleyeceğiz.
Roma denildiğinde akla ilk gelenlerden biri, hiç şüphesiz şehrin efsanevi kuruluş hikayesi ve kurucularının kökenleri hakkındaki anlatılardır. Bazı efsaneler Roma şehrini kuranların Truva'dan geldiğini ileri sürse de, bu konuda kesin bir tarihi veya mitolojik uzlaşı bulunmamaktadır. Truva Savaşı, bu bağlamda mitolojik bir bağlantı noktası olarak ele alınabilir ve üzerinde durulması gereken önemli bir olaydır.
Truva efsanesini bizlere aktaran Homeros'tan sonra, o savaştan kaçanların kaderi hakkında bizi bilgilendiren önemli bir isim de Publius Vergilius Maro, yani kısaca Virgilius'tur. Şimdi gelin, bu büyük şairi yakından tanıyalım. Ardından Virgilius'un ölümsüz eseri Aeneis'te anlattığı Roma şehrinin kuruluş efsanesini ve sonrasında şehri kuran efsanevi ikiz kardeşler Romulus ve Remus'un hikâyesini ele alalım. Keyifli okumalar dilerim.
Publius Vergilius Maro
Virgilius, tam adıyla Publius Vergilius Maro (MÖ 70 - MÖ 19), Roma İmparatorluğu'nun en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilen antik Romalı bir şairdir. İmparator Augustus döneminde yaşamış ve eserleriyle Roma edebiyatına damgasını vurmuştur.
Virgilius'un en önemli eserleri:
Bucolica (Çoban Şarkıları): MÖ 38 civarında yayımlanan bu on şiirden oluşan koleksiyon, pastoral temaları ve çobanların diyaloglarını içerir. Yunan şairi Theocritus'un etkisinde kaleme alınmıştır.
Georgica (Çiftçilik Üzerine): MÖ 29 civarında yayımlanan bu didaktik şiir, dört kitaptan oluşur ve tarım, çiftçilik, hayvan yetiştiriciliği ve arıcılık gibi konuları ele alır. Doğaya ve kırsal yaşama duyulan hayranlığı yansıtırken, aynı zamanda Augustus'un kırsal bölgeleri yeniden canlandırma politikalarını da destekler niteliktedir.
Aeneis (Aeneas Destanı): Virgilius'un başyapıtı olarak kabul edilen bu epik şiir, Roma'nın kuruluş efsanesini Homeros'un İlyada ve Odysseia destanları modelinde anlatır. Troya Savaşı'ndan kaçan kahraman Aeneas'ın İtalya'ya yaptığı zorlu yolculuğu, Kartaca Kraliçesi Dido ile olan trajik aşkını ve sonunda Lazio'ya varıp Roma'nın temellerini atmasını konu edinir. Aeneis, Roma İmparatorluğu'nun ulusal destanı olarak kabul edilmiş ve sonraki dönemlerde birçok sanatçı ve yazarı etkilemiştir.
Virgilius, eserlerinde sadece edebi ustalığını değil, aynı zamanda derin bir kültürel ve tarihi bilgiyi de sergilemiştir. Roma mitolojisine, tarihine ve değerlerine olan hakimiyeti, eserlerinin kalıcılığının önemli nedenlerinden biridir. Augustus ve çevresindeki edebiyat hamisi Maecenas ile yakın ilişkileri olmuş ve bu destek sayesinde eserlerini yaratma imkanı bulmuştur.
Virgilius, MÖ 19 yılında Yunanistan'a yaptığı bir yolculuk sırasında hastalanmış ve İtalya'ya dönerken Brindisi'de hayatını kaybetmiştir. Ölüm döşeğindeyken tamamlanmamış olduğunu düşündüğü Aeneis'in yakılmasını istemiş olsa da, Augustus'un emriyle bu isteği yerine getirilmemiş ve eser yayımlanmıştır.
Virgilius, antik dünyadan günümüze kadar ulaşan en önemli ve etkili şairlerden biri olarak kabul edilir. Eserleri, Latin edebiyatının zirvesini temsil etmekle kalmaz, aynı zamanda Batı edebiyatı ve kültürü üzerinde de derin ve kalıcı bir etki bırakmıştır. Özellikle Aeneis, yüzyıllar boyunca okullarda okutulmuş, çevrilmiş ve üzerine sayısız yorum yapılmıştır. Dante Alighieri'nin İlahi Komedya adlı eserinde Virgilius'u rehberi olarak seçmesi, onun edebi otoritesinin ve öneminin en güçlü kanıtlarından biridir.
Aeneas Destanından Enea'nın Truva Savaşı’ndan Kaçışı
Truva yanıyordu. Alevler göğe yükselirken, çaresizlik ve ölüm kol geziyordu. Ama Enea küllerin arasından bir umut filizi gibi yeşeriyordu. Tanrıça Afrodit'in oğlu olan Enea, çok iyi bir savaşçı ve aynı zamanda ilahi bir kaderin taşıyıcısıydı. Tanrıların emriyle, yıkılan şehrinden ailesini ve sadık yoldaşlarını alarak bilinmeyene doğru yola çıktı. Yanında yaşlı babası Anchises ve küçük oğlu Iulus (Ascanius) vardı. Omuzlarında ise Truva'nın kutsal emanetleri ve geleceğe dair sönük bir umut taşıyordu.
Denizler onları bir okyanustan diğerine savurdu. Fırtınalar, deniz canavarları ve tanrıların gazabı yolculuklarını defalarca kez tehdit etti. Her kayıp, her zorluk, Enea ve yoldaşlarının omuzlarındaki yükü biraz daha artırıyordu. Ama kader onları İtalya'ya, yeni bir yurt kuracakları topraklara doğru çekiyordu.
Yorgun ve bitkin düşmüşlerken, bir fırtına onları Kartaca kıyılarına sürükledi. Bu görkemli şehir, genç ve güçlü Kraliçe Didone tarafından yönetiliyordu. Didone, kardeşi tarafından ihanete uğramış ve yurdundan kaçmak zorunda kalmıştı. Şimdi ise yeni bir şehir inşa ederek kendi kaderini çizmeye çalışıyordu.
Enea ve Didone'nin yolları kesiştiğinde, aralarında karşı konulmaz bir çekim doğdu. İkisi de acı çekmiş, kayıplar yaşamış ve yeni bir başlangıç arayışındaydılar. Birlikte Kartaca'yı daha da güzelleştirdiler, refahı artırdılar. Aşk, kalplerinde bir güneş gibi parlıyordu. Enea, Didone'nin yanında huzur bulmuş gibiydi. Belki de kaderinin onu buraya getirdiğini düşünmüştü.
Ancak tanrıların planları farklıydı. Jüpiter'in emriyle, Merkür Enea'ya göründü ve ona asıl görevini hatırlattı: İtalya'ya gitmek ve Roma'yı kurmak. Aşk ve görev arasında kalan Enea, kalbi kan ağlayarak da olsa Didone'yi terk etmek zorunda kaldı.
Didone için bu ayrılık, dayanılmaz bir acı oldu. Terk edilmişliğin ve ihanetin derin yarasıyla, sarayının tepesinde görkemli bir ateş yaktırdı ve Enea'nın bıraktığı eşyalarla birlikte kendini alevlere attı. Didone'nin trajik ölümü, Enea'nın yolculuğunda derin bir iz bıraktı ve Kartaca ile Roma arasında ebedi bir düşmanlığın tohumlarını ekti.
Kaderinin gizemlerini daha iyi anlamak ve babası Anchises'in ruhuyla konuşmak için Enea, kahin Sibyl'in rehberliğinde yeraltı dünyasına tehlikeli bir yolculuğa çıktı. Karanlık nehirleri geçti, ürkütücü yaratıklarla karşılaştı ve ölülerin diyarına adım attı.
Yeraltı dünyasında, savaşta kaybettiği yoldaşlarının ve Didone'nin mutsuz ruhuyla karşılaştı. Bu karşılaşmalar, Enea'nın vicdanını derinden sarstı. Sonunda babası Anchises'in huzuruna çıktı. Anchises, oğluna Roma'nın gelecekteki ihtişamını, kahramanlarını ve kaderini gösterdi. Bu vizyon, Enea'nın omuzlarındaki yükü ağırlaştırmakla birlikte, ona yolculuğunun anlamını ve amacını bir kez daha hatırlattı. Yeraltı dünyasından edindiği bilgelik ve güçle, gelecekteki zorluklara daha hazır bir şekilde yeryüzüne döndü.
Tanrıların yardımıyla nihayet İtalya'nın Lazio bölgesine ulaşan Enea ve yoldaşları, burada sıcak karşılanmadılar. Bölgenin kralı Latinus, başlangıçta Enea'nın gelişinden memnun olmuş ve kızı Lavinia'yı onunla evlendirmeyi teklif etmişti. Bu evlilik, Truvalılar ve yerel halkın birleşmesi anlamına geliyor ve yeni bir geleceğin umudunu taşıyordu.
Ancak bu barışçıl planlar, Lavinia'ya talip olan Rutul lideri Turnus tarafından bozuldu. Kıskançlık ve öfkeyle dolu olan Turnus, Enea'ya karşı savaş ilan etti. Lazio toprakları, kanlı bir mücadeleye sahne oldu. Tanrılar bile bu savaşa müdahil oldular, farklı tarafları desteklediler.
Enea, bu savaşta sadece hayatta kalmakla kalmadı, aynı zamanda liderlik vasıflarını da gösterdi. Cesareti, stratejik zekası ve tanrıların yardımıyla Turnus'u defalarca kez mağlup etmeyi başardı. Savaşın en kritik anında, teke tek bir düelloda Turnus'u öldürerek zafere ulaştı.
Bu zafer, Roma'nın temellerinin atılmasının başlangıcıydı. Enea, Latinus ile ittifak kurarak Lavinium şehrini kurdu ve böylece gelecekteki Roma İmparatorluğu'nun ilk adımlarını atmış oldu.
Virgilio'nun destanı, Enea'yı sadece bir kahraman olarak değil, aynı zamanda ilahi bir planın aracı olarak da sunar. Enea'nın çektiği acılar, karşılaştığı zorluklar ve kazandığı zaferler, tanrıların Roma için çizdiği büyük kaderin bir parçasıdır. Onun yolculuğu, tesadüfi olaylar silsilesi değil, yüzyıllar sonra dünyanın hakimi olacak bir imparatorluğun doğuşunun kaçınılmaz bir sürecidir.
Enea'nın soyundan gelenler, Roma'yı büyütecek, yasalar koyacak ve dünyaya hükmedecekti. Bu destan, Romalılar için onlara geçmişlerini anlatan bir hikayeydı ve kim olduklarını ve ne olmaları gerektiğini gösteren bir kılavuzdu. Enea'nın cesareti, azmi ve tanrılara olan bağlılığı, Roma vatandaşları için birer idealdi.
Didone'nin trajedisi, aşkın ve kaderin amansız çatışmasını yürek burkan bir şekilde anlatırken, savaş sahnelerindeki kahramanlık ve mücadele ruhu ise Roma'nın gücünün ve azminin bir yansımasıdır. Bu iki zıt tema, Eneide'yi sadece mitolojik bir hikaye olmaktan çıkarıp, insan doğasının derinliklerine inen ve evrensel temaları işleyen bir başyapıta dönüştürür.
Roma'nın ilk yüzyılları, gerçekten de tarih ve söylencelerin birbirine karıştığı, gizemli ve büyüleyici bir zaman dilimidir. Bu dönem, gelecekteki büyük Roma İmparatorluğu'nun tohumlarının atıldığı, hem ilahi müdahalelerin hem de insan iradesinin şekillendirdiği bir başlangıç öyküsüdür.
Söylencelerin Işığında Roma'nın Doğuşu: Romulus ve Remus Efsanesi
Geleneksel anlatıya göre, Roma'nın kuruluşu MÖ 753 yılına dayanır ve bu olay, Romulus adında efsanevi bir figürle yakından ilişkilidir. Hikaye, tanrıların ve kahramanların iç içe geçtiği destansı bir başlangıç sunar. Alba Longa, o dönemde İtalya'nın güçlü Latin şehirlerinden biriydi ve kökenleri Truva kahramanı Aeneas'a kadar uzanıyordu. Kral Numitor, adil ve bilge bir hükümdardı; ancak kardeşi Amulius'un hırsı ve entrikaları sonucu tahtından indirilmişti. Amulius, sadece Numitor'u tahttan indirmekle kalmamış; aynı zamanda onun soyunun devam etmesini engellemek için acımasızca bir plan yapmıştı. Numitor'un tek kızı olan Rea Silvia'yı Vesta rahibesi olmaya zorlamıştı. Vesta rahibeleri, otuz yıl boyunca bekaret yemini etmek zorundaydılar ve bu sayede Numitor'un torun sahibi olması engellenecekti.
Ancak kaderin cilvesi, tanrıların müdahalesi ya da belki de Rea Silvia'nın beklenmedik bir karşılaşması sonucu, savaş tanrısı Mars ona göründü ve ondan ikiz erkek çocuklar dünyaya geldi. Bu olay, Amulius için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Zira bu çocuklar, sadece Numitor'un soyunu devam ettirmekle kalmayacak, aynı zamanda ilahi bir babaya sahip olmaları nedeniyle de özel bir konuma sahip olacaklardı. Amulius, iktidarını korumak ve bu potansiyel tehlikeyi ortadan kaldırmak için korkunç bir karar aldı.
Doğar doğmaz Romulus ve Remus, Amulius'un emriyle yakalanarak bir sepete konuldu. Acımasızca bağlanmış olan bebekler, Tiber Nehri'nin azgın sularına bırakıldılar. Amulius'un amacı açıktı: savunmasız bebeklerin boğularak ölmesini sağlamak ve böylece Numitor'un soyunu tamamen kurutmaktı. Bu eylem, sadece siyasi bir hesaplaşma değil, aynı zamanda tanrılara karşı da bir saygısızlık olarak kabul edilebilirdi, zira Mars'ın soyundan gelen bu çocuklara zarar vermek, ilahi bir güce meydan okumak anlamına geliyordu. Bebeklerin içinde bulunduğu sepet, nehrin akıntısına bırakılırken, Alba Longa üzerinde kara bulutlar dolaşıyor gibiydi. İnsan eliyle başlayan bu trajedi, doğanın ve belki de tanrıların müdahalesiyle bambaşka bir yöne doğru evrilecekti.Ancak kader, ikizlere acımıştır. Nehir kıyısında bir dişi kurt (Lupa Capitolina) tarafından bulunan bebekler, onun sütüyle beslenerek hayatta kalırlar. Daha sonra kraliyetin çobanlarından Faustulus ve karısı Acca Larentia tarafından büyütülürler. Güçlü ve cesur gençler olarak yetişen Romulus ve Remus, gerçek kimliklerini öğrendiklerinde Alba Longa'ya geri dönerler, Amulius'u devirirler ve büyükbabaları Numitor'u yeniden tahta çıkarırlar.
Yeni bir şehir kurma arzusuyla dolan ikizler, Palatine Tepesi'nde bir yerleşim yeri kurmaya karar verirler. Ancak, şehrin adının ne olacağı ve kimin yöneteceği konusunda anlaşmazlığa düşerler. Tanrıların işaretini beklemek için ayrı tepelere çekilirler. Romulus altı kuş görürken, Remus on iki kuş görür. Bu işaretin yorumlanması farklılık yaratır ve kardeşler arasında bir tartışma başlar. Öfkelenen Romulus, kendi sınırlarını ihlal eden Remus'u öldürür ve böylece yeni şehir, kurucusunun adıyla anılır: Roma. Bu trajik olay, Roma'nın kuruluşunun aynı zamanda bir kardeş kavgası ve tek liderin egemenliğiyle başladığını sembolize eder.
Tarihin İzinde Roma'nın Yükselişi: Bir Köyden Şehir Devletine
Mitolojik anlatılar, Roma'nın kuruluşuna dair renkli ve etkileyici bir çerçeve sunsa da, arkeolojik ve tarihsel kanıtlar daha karmaşık bir tablo çizer. Tarihsel perspektife göre, Roma'nın doğuşu, İtalya Yarımadası'nın orta bölgelerinde yaşayan farklı toplulukların kademeli olarak birleşmesiyle gerçekleşmiştir. Özellikle Latinler, Sabinler ve Etrüskler, Roma'nın kültürel ve siyasi gelişiminde önemli roller oynamışlardır.
Arkeolojik kazılar, Roma'nın MÖ 8. yüzyılda Palatine Tepesi üzerinde küçük bir köy olarak ortaya çıktığını göstermektedir. Tiber Nehri'nin kıyısında, önemli ticaret yollarının kesişim noktasında stratejik bir konuma sahip olan bu yerleşim, zamanla büyümüş ve çevresindeki diğer küçük yerleşimlerle etkileşim içine girmiştir. Roma'nın yedi tepe üzerindeki konumu (Palatine, Capitoline, Quirinal, Viminal, Esquiline, Caelian ve Aventine), hem savunma avantajı sağlamış hem de şehrin doğal sınırlarını belirlemiştir.
Roma'nın ilk dönemlerinde, farklı etnik kökenlere sahip toplulukların bir arada yaşaması, kültürel bir etkileşimi beraberinde getirmiştir. Latinler tarım ve hukuk alanında, Sabinler dini ritüeller ve gelenekler konusunda, Etrüskler ise sanat, mimari ve askeri teknikler alanında Roma'ya önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu kültürel sentez, Roma'nın kendine özgü kimliğinin oluşmasında kritik bir rol oynamıştır.
Kralların Yönetimi Altında Roma'nın Temelleri
Roma'nın kuruluşundan Cumhuriyetin ilanına kadar geçen dönem (MÖ 753 - MÖ 509), krallık dönemi olarak adlandırılır. Efsaneye göre, Roma'yı yedi kral yönetmiştir. Romulus, ilk kral olarak şehri kurmuş ve ilk kurumlarını oluşturmuştur. Onu sırasıyla Numa Pompilius (dini kurumları düzenlemiştir), Tullus Hostilius (askeri gücü artırmıştır), Ancus Marcius (yeni yerleşimler kurmuş ve limanı inşa etmiştir), Tarquinius Priscus (Etrüsk kökenli ilk kral, büyük inşa projeleri başlatmıştır), Servius Tullius (sosyal sınıfları düzenlemiş ve surları genişletmiştir) ve son olarak Tarquinius Superbus (zalimliğiyle tanınan son kral) izlemiştir.
Bu krallar dönemi, Roma'nın siyasi, sosyal ve dini temellerinin atıldığı önemli bir evredir. Romulus'un ilk senatoyu kurması, Numa Pompilius'un dini takvimi ve ritüelleri düzenlemesi, Servius Tullius'un nüfusu vergilendirme ve askeri hizmete göre sınıflandırması gibi reformlar, Roma devletinin gelecekteki yapısını şekillendirmiştir. Özellikle Etrüsk kralların etkisi, Roma mimarisine (örneğin Cloaca Maxima kanalizasyon sistemi), dini uygulamalara ve hatta bazı sembollere (örneğin fasces) önemli katkılar sağlamıştır.
Ancak, son kral Tarquinius Superbus'un tiranlık eğilimleri ve soyluların artan hoşnutsuzluğu, krallık rejiminin sonunu getirmiştir. MÖ 509 yılında, Tarquinius Superbus'un devrilmesiyle Roma'da yeni bir siyasi dönem başlamış ve Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Tarihsel Gerçeklik ve Arkeolojik Kanıtlar
Arkeolojik bulgular, Roma bölgesinde yerleşimin MÖ 8. yüzyıldan çok daha öncesine dayandığını göstermektedir. Ancak, Palatine Tepesi'nde MÖ 8. yüzyılın ortalarına tarihlenen ve Romulus'un efsanedeki surlarını anımsatan bazı kalıntıların bulunması, mitolojik anlatıyla bir paralellik kurmaktadır.
Tarihsel açıdan bakıldığında, Roma'nın kuruluşu muhtemelen tek bir olay veya kişiyle değil, zaman içinde farklı Latin köylerinin birleşmesi (synoikismos) sonucu gerçekleşmiştir. Tiber Nehri üzerindeki stratejik konumu ve verimli toprakları, bölgenin yerleşim için cazip olmasını sağlamıştır.
Etrüsklerin de Roma'nın ilk dönemlerinde önemli bir etkisi olmuştur. MÖ 7. ve 6. yüzyıllarda Roma'yı yöneten Etrüsk kralları, şehrin mimarisine, kültürüne ve askeri yapısına önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Mitoloji ve Tarihin Etkileşimi
Roma'nın kuruluşu üzerine mitolojik anlatılar ve tarihsel gerçeklik iç içe geçmiştir. Romalılar, kökenlerini tanrısal bir temele dayandırma ve kahramanlık hikayeleriyle yüceltme arayışında olmuşlardır. Romulus ve Remus efsanesi, bu ihtiyacı karşılayan güçlü bir anlatı sunmuştur.
Özellikle İmparator Augustus döneminde, Virgilius'un Aeneis destanı gibi eserlerle Roma'nın mitolojik kökenleri daha da pekiştirilmiş ve Roma'nın Aeneas aracılığıyla Truva'ya kadar uzanan soylu bir geçmişi olduğu fikri yaygınlaşmıştır. Bu mitolojik bağlam, Roma'nın yükselişini ve imparatorluk iddiasını meşrulaştırmaya yardımcı olmuştur.
Sonuç olarak, Roma'nın kuruluşu, hem efsanelerin büyüsüyle hem de tarihsel ve arkeolojik kanıtların sunduğu gerçeklerle anlaşılabilir. Mitoloji, Roma kimliğinin ve değerlerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynarken, tarihsel araştırmalar bu efsanelerin ardındaki olası gerçekleri ve kültürel etkileşimleri ortaya koymaktadır.
Bir sonraki yazıda buluşmak dileğiyle. Sevgiyle kalın...
Dr. Serap Mumcu Geronazzo