HİÇ OLMAMIŞ GİBİ DAVRANMAK

Bazı sabahlar vardır, güneş pencereden içeri usulca süzülür, perdeyi titrek bir umutla sallar; oysa içerideki dünya bambaşka bir sessizlikle örülüdür. İçten içe yıkılmış birinin, yüzüne giydiği maskeyle dışarıya adım atması gibi… “Hiç Olmamış Gibi Davranmak”, tam da böyle bir çabanın adı olur işte; içimizde kopan fırtınalara rağmen ayakta duruyormuş gibi yapmak, herkes gibi gülümsemek, herkes gibi yaşamak.

Travmalar, kayıplar ve kırılmalar bir anda oluşmaz. Bir gün, hayat ansızın yere serer insanı. Belki bir ölüm haberiyle, belki bir ihanetle, belki de sebebini dahi anlayamadığımız bir boşlukla… O an her şey değişir. Kalbin içinde bir şey kırılır; öyle bir kırılır ki, sesi bile içeride hapsolur. Fakat hayat dışarıda hâlâ akıyordur, kimse beklemiyordur seni. İşte tam burada başlar “hiç olmamış gibi davranmak” sanatı: Kendi enkazının üzerinde yürümek ama tozunu kimseye göstermemek. İnsan, acısını gizlemeye çalışırken bir ustaya dönüşür. Konuşmalar daha yüzeysel, kahkahalar biraz daha yapay, bakışlar ise biraz daha yorgundur. Ancak yine de dışarıdan bakan biri bu sahte uyumu fark etmeyebilir. Çünkü insan, en çok da görünmez olmak ister böyle zamanlarda. Yarasını sergilemek değil, gizlemek ister. Eğer gösterirse ya yanlış anlaşılır ya da bu incinmişliğin ağırlığı altında daha da ezileceğini bilir. O yüzden sessiz kalır. O yüzden “iyiyim” der. O yüzden sabah işe gider, arkadaşlarıyla buluşur, market alışverişi yapar. Oysa içi bomboştur. Bazen bir gülümseme, gözyaşını bastırmanın en kolay yoludur. Bazen de sıradan bir “merhaba”, içte kopan fırtınanın inkârı olur. İnsan, hayatını sürdürebilmek için bu küçük oyunlara mecbur kalır. Çünkü dünya, büyük kayıpların ya da derin yaraların yasını tutacak kadar sabırlı değildir. Dünya, devam etmek ister. İnsan da o dünyanın içinde bir yer bulmaya çalışır kendine, yara izlerini saklayarak. “Hiç Olmamış Gibi Davranmak” yalnızca bir savunma değildir; aynı zamanda bir hayatta kalma yöntemidir. Herkesin gözlerinin içine bakarak güçlü görünmeye çalışmanın ardında, aslında derin bir kırılganlık yatar. İnsan, kendi kendini korumak için böyle yapar. Çünkü kabul eder ki, dünya onun incinmişliğine hazır değildir. O yüzden incinmiş kalbini, sokak lambalarının altından, kalabalık caddelerden, işyerlerinin soğuk koridorlarından, gürültülü kafelerin tahta sandalyelerinden gizlice geçirir. Ama her ne kadar “hiç olmamış gibi” davranılsa da, içimizde taşınan ağırlık bir gün bir yerde sızar. Küçük bir kelimede, ufacık bir tebessümde, birinin beklenmedik bir şefkatinde… O zaman anlaşılır: Gerçekten hiçbir şey eskisi gibi olmamıştır ve olmuyordur. Yine de o an bile, insan gülümseyip başını çevirir. Çünkü bazı savaşlar sessizce kazanılır; bazı acılar kimse bilmeden gömülür.

Sonuç olarak, “Hiç Olmamış Gibi Davranmak” insan ruhunun hayatta kalma içgüdüsünün bir yansımasıdır. Görünüşte sıradanlaşmaya çalışırken, içten içe büyük bir direniştir bu. Ve belki de bu yüzden, en sessiz görünen insanlar, en büyük hikâyeleri taşırlar kalplerinde. Onlar, her sabah yeniden doğar gibi yapar, her akşam yeniden ölür gibi susarlar. Ve hayat, onlar için, hiç olmamış gibi devam eder.