Türkiye, deprem ülkesi. Bu artık bir bilgi değil, bir gerçek. Haritalarda kırmızıyla çizilen fay hatları kadar belirgin bir gerçeklik. Ne yazık ki biz bu gerçeği her büyük sarsıntının ardından bir süreliğine hatırlıyor, sonra unutuyoruz. Oysa deprem unutmuyor. Sessizce bekliyor.
Yıllardır hep aynı senaryo: Bir şehir sallanır, haber bültenleri felaket görüntüleriyle dolar, gözyaşı dökeriz. Sonra "ihmaller zinciri" çıkar ortaya. Kolon kesilmiş, denetim yapılmamış, malzeme kalitesizmiş. Peki sonra ne olur? Yeni bir yapılaşma başlar, yeni bir imar planı çıkar, ama zihniyet aynı kalır.
Türkiye’de yapı güvenliği, hâlâ çoğu zaman sadece bir kağıt üzerindeki onaydan ibaret. Oysa güvenli yapı; sadece çimento, demir, kolon değildir. Vicdandır, sorumluluktur, geleceği düşünmektir.
Kentsel dönüşüm projeleri bu yüzden büyük önem taşıyor. Ancak o projelerin amacı “daha lüks konutlar” inşa etmek değil, gerçekten sağlam, güvenli, yaşanabilir yapılar kurmak olmalı. Her yeni bina, sadece bugünü değil, yarını da gözetmeli.
Depreme karşı bilinçli olmak sadece teknik bir konu değil. Aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk. Mühendisinden müteahhidine, denetim kurumlarından bireylere kadar herkesin bu sorumluluğun parçası olması gerekiyor. Çünkü deprem kimseyi ayırmıyor; güvenli bina yapanı da, ihmal edeni de aynı şekilde yakalıyor.