Zihnimizi Meşgul Eden İnsanlar

Danışanlarımla yaptığım görüşmelerde sıkça karşılaştığım durumlardan biri, bir başkasına yönelik yoğun ve süreklilik gösteren düşünce kalıplarıdır. Kimisi eski bir ilişkiyi, kimisi iş yerindeki birini, kimisi ise sosyal medyada hiç tanımadığı bir kişiyi sürekli düşünmekten şikâyet eder. Bu durumun kişiyi ne kadar yıprattığını ve hayat kalitesini nasıl düşürdüğünü görmek, mesleğim gereği bu konunun altında yatan psikolojik dinamikleri daha yakından incelememi sağladı.
Takıntılı davranışlar, genellikle kişinin kendi benliğiyle kurduğu ilişkideki çatlaklardan beslenir. Kendilik değeri düşük bireyler, kendi iç dünyalarında çözemedikleri meselelere dış dünyadan bir “odak noktası” bularak yönelmeye meyillidir. Bu çoğu zaman bilinçsiz gelişir. Kişi, kendi iç huzursuzluğunun ya da değersizlik duygusunun farkında değildir. Ancak bu duygular, başka bir insana yönelik yoğun düşünceler ve davranışlarla dışa vurulur.
Bir başka yaygın sebep ise kontrol ihtiyacıdır. Belirsizliğe tahammül edemeyen kişiler, başkalarının davranışlarını, düşüncelerini ya da duygularını anlamlandırmaya çalışarak zihinsel bir kontrol sağlamaya çabalar. Oysa hiçbir zaman başkasının zihnine tam anlamıyla erişemeyiz. Bu erişememe hali ise kişide çaresizlik hissini, ardından da daha fazla kontrol etme ihtiyacını doğurur. Böylece kısır bir döngü oluşur: Takıntı arttıkça huzursuzluk artar, huzursuzluk arttıkça takıntı da derinleşir.
Çocukluk döneminde yaşanan reddedilme, değersizlik hissi, ya da yeterince görülmemiş olmak da bu davranışların temelinde sıkça karşımıza çıkar. Özellikle duygusal yakınlık yaşanan ilişkilerde, geçmişin kapanmamış yaraları bugün bir kişiye saplantılı bağlanma şeklinde yeniden açığa çıkabilir. Bu, aslında geçmişte tamamlanmamış bir duygusal ihtiyacın bugünkü bir figüre yansıtılmasıdır.
Bu noktada şunu vurgulamak isterim: Takıntılı düşünceler, "zayıf karakter" ya da "karakter bozukluğu" göstergesi değildir. Bunlar, iyileştirilebilir, anlaşılabilir ve yönetilebilir psikolojik süreçlerdir. Bu tür durumlarda bir uzmandan psikolojik destek almak, düşünce kalıplarını fark etmek ve içsel ihtiyaçları doğru tanımlamak oldukça faydalı olur.
Kişisel gelişimin ve psikolojik sağlığın temelinde, kişinin kendi merkezine dönebilmesi yatar. Sürekli başkalarını merkezine alan bir zihin, zamanla kendi duygularını bastırır, ihtiyaçlarını ihmal eder. Oysa yaşam, başkalarının ne düşündüğünü çözmekten çok, kendi iç dünyamızla sağlıklı bir bağ kurmakla anlam kazanır.
Eğer siz de bu tür düşüncelerle mücadele ediyorsanız, kendinize şu soruyu sormanızı öneririm: “Bu kişiye odaklanmak, aslında bende hangi boşluğu dolduruyor?”
Cevabı bulduğunuzda, çözüm kendiliğinden görünür hale gelecektir.