İnsanı en çok büyüten şey nedir, hiç düşündün mü? Zaman mı? Başarı mı? Yoksa başkalarının alkışladığı anlar mı? Hayır. İnsan, en çok canı yandığında büyür. En çok yalnız kaldığında derinleşir. Kırıldığında, yıkıldığında, kaybettiğinde… O anlarda içimizde bir şey filizlenir; adı belki henüz konmamıştır ama orada, derinde, karanlık bir boşluğun içinde sessizce büyür. Ve işte o zaman, fark etmeden bir yolculuğa çıkarız: Acının köklerinden güce.
Bu yolculuk gürültülü değildir. Kimse görmez, kimse alkışlamaz. Hatta çoğu zaman yalnızsındır. Kalabalıklar içindesindir belki ama iç sesin yankılanır yalnızca kulağında. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir gün gibi görünür ama senin içinde fırtına kopar. Ne yaşadığını anlatamazsın; çünkü kelimeler dar gelir. Sadece hissedersin. O yanmayı, o ağırlığı, o tükenmişliği… Ama aynı zamanda, derinlerde bir yerde hâlâ devam etme arzusunu da hissedersin. İşte tam orada başlar dönüşüm. Adı umutla anılmasa da sessiz bir uyanıştır bu. Acı bazen yalnızca bir eksiklik gibi hissettirir. Bir boşluk… Ama zamanla anlarsın ki, seni dönüştüren şey aslında o eksikliktir. Eksik kalanlar sayesinde içini daha iyi tanırsın. Kim olduğunu değil, kim olmak istemediğini öğrenirsin. Kalbini açtığın insanların aslında nasıl da sessizce gittiğini, kelimelerin bazen ne kadar yetersiz olduğunu… Ve en önemlisi, kendine ne kadar uzaklaştığını fark edersin. Ama her fark ediş, bir başlangıçtır. Bu yazıyı okurken belki sende de yankı bulan bir şeyler var. Belki geçmişinden taşıdığın kırıntılar. Belki bir geceden kalan gözyaşları. Belki hâlâ affedemediğin insanlar ya da kendine bile itiraf edemediğin duygular. İşte tam da onlar sayesinde buradasın. Onlar sayesinde bu satırları okuyorsun. Ve unutma, iyileşme bir mucizeyle gelmez. O, farkında olmadan attığın küçük adımlarla gelir. Bir sabah yatağından kalktığında, aynaya baktığında, eski haline dönmek istemediğini fark ettiğinde… Yıkıldığın yerden ayağa kalkmak bir zafer değildir; o, yeni bir benliğin habercisidir. Kaybettiklerin seni tanımlamaz ama senin gözlerindeki derinliği büyütür. Anılarının ağırlığı, ruhuna yük olmaktan çıkıp seni besleyen bir toprağa dönüşür. Her şey yavaşça değişir. İçindeki boşluk, zamanla anlamla dolar. Eskisi gibi olmazsın, ama belki daha sahici, daha yumuşak, daha duyarlı bir halini tanırsın. Ve bir gün dönüp baktığında anlarsın: Sen yoktan var olmadın. Sen o sessiz savaşların, o kimseye anlatamadığın gecelerin, o içten içe susup da dayanmayı öğrendiğin anların bir ürünü oldun. Gözlerinin derinliği, yaşadığın fırtınalardan geldi. Ellerindeki titreme, bir zamanlar tuttuğun acılardan kaldı. Ama artık o acılar seni yönetmiyor. Sen onları taşıyorsun. Ağır belki ama bilgece.
Her insanın bir hikâyesi vardır. Kiminin dışarıdan parlayan, kiminin içeride kanayan. Seninki, kanayan yerlerinden çiçek açmaya çalışan bir hikâye. Yalnız değilsin. Bu yazı, yalnız olmadığını bilmen içindir. Acını inkâr etmeden, kendini eksik hissetmeden, sadece var olduğun hâlini onurlandırarak…
Ve tüm bunların sonuna şunu bil:
Sen, acının köklerinden güce yürüdün.
Bu, bir zafer değil. Bu, bir uyanıştır. Ve her uyanış, içinden geçtiği acının hakkını verir.