Vefa, dilde kolayca söylenen ama kalpte en zor yaşanan bir duygu olabilir. İnsan birine güvenmeye, ona kalbini açmaya, her şeyini teslim etmeye karar verdiğinde, aklında en az bir şey vardır: O kişi, yanında kalacak, seni terk etmeyecek. Sevgi, sadakat ve güvenin birleşiminden doğar vefa. Ama bazen, bu üç temel duygunun en savunmasız olduğu anlarda, vefa kaybolur. İnsanların, sevgilerini ve sadakatlerini sadece bir anlık bir çözüm gibi sunduklarını fark edersiniz. Oysa vefa, bir yolculuktur, bir varış değil. Zamanla daha derinleşir, zor günlerin, karanlık gecelerin, hayal kırıklıklarının içinde yeşerir.
Vefa, her şeyin geçici olduğu bir dünyada, en kalıcı duygulardan biridir. Bir insanın seninle olduğu, sana sadık kaldığı ve seni terk etmediği anlar, hayatının en değerli anları olur. Ama çoğu zaman, insanlar vefayı sözcüklerde bırakır, onu yaşamazlar. Hayatta kalabilmek, insanları kullanmak, kendi çıkarlarını ön planda tutmak, vefanın bir kenara itilmesine sebep olur. Sen her ne kadar onlara güvenmiş olsan da karşındaki insan bir sabah uyanır ve seni bir kenara bırakır. O zaman, vefanın boş bir kelime olduğunu, seni sadece zamanla oyalamış bir umutmuş gibi hissetmeye başlarsın. Vefa kaybolduğunda, geriye yalnızca bir boşluk kalır. Sevdiğin, değer verdiğin insanlar, seni terk eder. Ne bir açıklama ne bir özür ne de bir kayıp acısını paylaşmaya gelen bir söz vardır. Her şey sessizce yok olur. O anı yaşadığında, insanın içindeki umut kaybolur. Ve sana sadece kırık dökük anılar, terkedilmiş bir kalp ve bir hayal kırıklığı kalır. Ama bazen, bu kaybolan vefa, insanın kendini yeniden bulmasına, hayatta en değerli şeyin, kendi içindeki vefa olduğunu keşfetmesine vesile olur. Vefa, zamanla kırılabilir, ama kırıldığında bile bazen en güçlü şekilde geri döner. İnsan, başkalarına sadık kalmak, onlara vefa göstermek için bir ömür harcarken, aslında en önemli vefa, kendine duyduğu sadakattir. Kendine sadık kaldığında, başkalarına vefa gösterebilme kapasiten de artar. Çünkü başkalarına sadakat, ilk önce kendine olan sadakatle başlar. Kendi güvenini, değerini kaybetmeden, başkalarına değer vermek zordur. Gerçek vefa, sadece insanların seni sevmeleriyle değil, senin de kendini sevmenle ilgilidir. Bir insan sana sadık kaldığında, onun varlığı sana güç verir. Ama vefa, karşılık beklemeden birine sadık kalmak, o kişiye güvenmek değildir. Vefa, zor zamanlarda, seni terk etmeyen, yanında olmaya devam eden birini bulduğunda anlam kazanır. Ne yazık ki, çoğu zaman vefa kaybolur ve insanlar, seni bırakıp giderler. Bu kayıp, bir yara gibi açılır ve sen, o yaranın içinde, zamanla vefayı ararsın. Oysa vefa, kaybolan bir değer gibi değil, bir zamanlar var olan, fakat gittikçe daha da bulanıklaşan bir hatıradır. Ve o kayıptan sonra gelen boşluk, seni yalnız bırakmaz. İnsan, vefasızlıkların içinde büyür. Her kayıptan sonra, bir yeni güven, bir yeni vefa arayışı doğar. Ama bazen, vefa, başkalarından çok, kendi içinde aranır. Kendi içindeki değerini yeniden bulduğunda, başkalarına duyduğun sadakat de güçlenir. O yüzden, belki de vefa, kaybolduğu zamanlarda bile, aslında seni olgunlaştıran bir süreçtir. Ve her kayıp, bir içsel keşfe dönüşür.
Sonunda, insan başkalarından beklediği vefayı önce kendine göstermeyi öğrendiğinde, gerçek sadakati ve gücü içinde bulur. Ve o zaman anlar ki, vefa sadece başkaların sadakatiyle değil, insanın kendi ruhuna duyduğu bağlılıkla gerçekten anlam kazanır. Çünkü vefa, en çok kişinin kendisine borçlu olduğu bir sadakattir.