Sakın memleket meselelerine duyarsız kaldığımı zannetmeyin. İçin için üzüldüğümü herkes bilir.
Bu vatanın kimin olduğunu hepimiz biliriz. Bu vatan toprağın kara bağrında sıra dağlar gibi yatanlarındır. Bir tarih boyunca onun uğrunda kendini tarihe verenlerindir. Uzatmayayım bu vatan kimin? Şiirini internetten bulup okuyunuz.
Bundan iki hafta önce fuarın oradan zafere doğru giderken Necmettin Erbakan Üniversitesi öğrencileri yolumu kesip bir soru soracaklarını beyan ettiler. Severek kabul ettim. Sordular; Ülkenizde en çok ne olmasını isterdiniz? Cevabım üç kez tekrarlı Adalet, Adalet, Adalet dedim. Evet devletin dini ADALET’tir o olmadan hiçbir şey olmaz.
2000’li yılların başında tesadüfen yazı yazmaya başlayınca, (Konya Postası’nda) ben kalemimi bir buçuk etliekmeğe satmam demiştim. Kalemim sivridir. Ama nerde ne zaman ne yazacağını bilenlerdenim. Rabbim beni Hak’tan, Adalet’ten Doğruluktan ve Helalden ayırmasın.
Helal lokma yemek doyamadığım baba vasiyetidir. Baba deyince onunla ilgili bir acı hatıramdan bahsedeyim.
Ben Harp okulu son sınıftayım. Babam hasta, ağır hasta. Ankara’ya getiriyorlar. Yüksek İhtisas Hastanesine. Pankreasta sıkıntı var. Ameliyat oluyor. İyileşiyor. Siyah kösele iskarpin giyer. Kahverengi, siyah, lacivert, vapur dumanı takım elbise giyer. Fötr şapkalı. Beyaz gömlek ve kravat. Babamın özellikleridir.
Hatta babam Ankara’ya kontrole geldiğinde, Kızılay’da köşede o devirlerin büyük mağazasından fötr şapka almıştık. Kravatların sayısını kendi de bilmez.
Bu arada Harp okulunu bitirip 30 Ağustos 1978 de mezun oldum. Babamlar mezuniyet törenine Konya’dan bir minibüs tutup gelmişleri. Eşyalarımı, kitaplarımı, hurcumu bu minibüse doldurup Konya’ya dönmüştük. Babamın mezuniyet törenimi görmesi benim en büyük mutluluğumdu.
Harp okulunda başarılı bir öğrenci olmam sebebiyle, devlet beni okula öğretim görevlisi olmam için O.D.T.Ü. ye Yüksek Lisans yapmam için gönderdi. Ekonomi bölümünde İngilizce kursunu tamamlayıp Yüksek Lisansa başladım.
Babamın hastalığı ilerledi. Her Cuma akşamı Konya’ya geliyor, her Pazar akşamı yada Pazartesi sabahı Ankara’ya dönüyordum.
22 Şubat Cuma günü (1979) Ankara’da önemli sınavım var. Sabah beş arabası ile Ankara’ya gidiyorum. Bu arada Ankara’da Sıhhiye Orduevinde kalıyorum. Orduevine girdim resepsiyondaki asker beni tanır. Hemen elime acele ibareli telgrafı tutuşturdu. Telgrafı çeken eniştemdi. Acele geri dön diyordu. Hemen geri dönmek üzere otogara gittim. Cep telefonu falan yok ki haberleşelim. Doğru düzgün sabit telefon bile yok. Konya’ya kadar göz yaşım içime aktı.
Konya’ya geldiğim de babamın şuuru gitmiş, sadece nefes alıp veriyordu. Gece on iki civarında nefes de gitti. Babamı kaybetmiştim. Ertesi gün 23 Şubat 1979 Cumartesi babamı defnediyoruz. Ağaçlar çiçek açmış ama bir yandan da kar yağıyor. Sağ yanım gitti. Babam gitti. Epeyce bir şoku üzerimden atamadım. Bunca yıl geçti babamı unutmam mümkün değil.
Sıkıntılı günler, 12 Eylül öncesi terör çok yoğun. Okul değiştirmek zorunda kalıyorum. A.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesinin sınavına girip, kazanıp Yüksek Lisansa orada devam ediyorum. Olmuyor, okulu bırakıp kıtaya dönüyorum.
Dedim ya kalemim sivri diye birde üzerine meslek yemini etmişim. Vatan uğruna canımı seve seve feda edeceğim diye. Bu yeminin arkasındayım. 15 Temmuz kalkışmasında, Konya Postası köşe yazımın başlığı “KANI VE GENİ BOZUKLAR İŞ BAŞINDA” idi.
Düşünebiliyor musunuz fetöcü askerler halka ve diğer güvenlik güçlerine ateş açıyorlardı. Rabbim bize bir daha öyle günler yaşatmasın. Doğaçlama yazdığım için konular kendiliğinden akıp geliyor. Haftaya Perşembe kalemimin ucuna ne takılacak bakalım. Kalın sağlıcakla.