YOL VE YOLCU

Yol… İnsan var oldukça hep var olacak, insana hep bir yön çizecek, bazen sarıp sarmalayacak, bazense alabildiğine savuracak bir gerçeklik… Ve yolcu… O hep yolda olacak. Attığı her adımla biraz daha değişecek, geride bıraktıklarına elveda diyecek, yeni ufuklara göz kırpacak. Zira hiçbir yol, yolcusunu başladığı gibi bırakmaz. Her mesafe, insandan bir şeyler koparır ve ona bir şeyler ekler.
Bir yolcunun yolu, yalnızca taşlarla döşenmiş bir güzergâh değildir; anılarla, hayallerle, pişmanlıklarla, umutlarla yoğrulmuş bir içsel serüvendir. Yol, bir harita üzerinde çizilmiş sınırların çok ötesinde, insanın ruhunda açılan bir patikadır aslında. Yolcu, bu patikada ilerledikçe anlar ki bazı yollar hiç unutulmaz, bazı yollar ise unutulmaya mahkûmdur. Ama asıl unutulmayan, yolun insanda bıraktığı izlerdir. İlk adım her zaman zordur. Yolun başında insanın zihni sorularla doludur: "Beni neler bekliyor?", "Bu yol bana ne getirecek, benden neler götürecek?" Ancak adımlar bir kez atılmaya başlandığında geriye dönüş ihtimali giderek azalır. Çünkü insan, yürüdükçe yola bağlanır, yolun ritmiyle değişir. Önceleri ürkek ve temkinli adımlar zamanla daha kararlı, daha güçlü bir hâl alır. Ama bu değişim yalnızca yürüyüşün temposunda değil, ruhun derinliklerinde de gerçekleşir. Yol, insana yalnız yürümeyi öğretir. Çünkü bazı yollar, kalabalıklarla aşılmaz; bazı duraklarda herkes inmek ister, bazı yollarda ise yolcu, sadece kendi gölgesiyle baş başa kalır. Yalnızlık başta ürkütür, hatta zaman zaman geri dönme isteği uyandırır. Ama insan, ilerledikçe fark eder ki yalnızlık, aslında kendi sesini duyabilmek için bir fırsattır. Gürültüden uzaklaştıkça içindeki fısıltılar netleşir, düşünceler berraklaşır. Yolda bazen yollar çatallaşır. Bir seçim yapması gerekir yolcunun. Hangi yöne gitmesi gerektiğini bilmeden, tamamen sezgilerine güvenerek karar vermek zorunda kalır. İşte bu anlar, insanın en çok değiştiği anlardır. Çünkü yanlış bir yola sapmak, aslında doğru yolu bulmanın bir parçasıdır. Bazen yanlış sandığı bir yol, onu bambaşka ve çok daha güzel bir noktaya götürebilir. Bazen de doğru sandığı bir yol, onu içinden çıkılmaz bir çıkmaza sürükleyebilir. Ama her hâlükârda, yolun sonunda yolcu eski yolcu değildir. Ve bazen yol, hiç hesapta olmayan şeyleri öğretir insana. Sabretmeyi, beklemeyi, kaybetmeyi, yeniden başlamayı… Bir yolcunun başına gelebilecek en büyük felaket, bir yolculuğun sona erdiğini sanmasıdır. Oysa her varış, yeni bir başlangıcın habercisidir. İnsan bir yere vardığında, aslında başka bir yolculuğun kapısını aralamıştır. Gün gelir, yolun sonunda durup ardına bakar yolcu… Geçtiği patikalar, tırmandığı tepeler, aştığı vadiler birer birer gözlerinin önünden geçer. İşte o an, içinde garip bir hüzünle fark eder ki aslında hiçbir zaman varmayı amaçlamamıştır. Asıl mesele, yolda olmaktı; çünkü yol, yolcuyu değiştirdi. Onu eskisi gibi bırakmadı.
Öyleyse yol ve yolcu, birbirinden ayrı düşünülemez. Yol varsa yolcu vardır; yolcu varsa bir değişim kaçınılmazdır. Ve belki de insan, yolculuğunun sonuna vardığında değil, yolda olduğu sürece gerçekten yaşar. Çünkü insanı var eden şey, yürüdüğü yollar ve o yolların içinde dönüştüğü kişidir.