GÜÇLÜ KADIN MI, İTAATKÂR KADIN MI?

Yeni bir “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” geride kaldı. Peki, kadınlar için ne değişti? Kadınlar yeterince sesini duyurdular mı?
Aslında, Kadınların mücadelesi, yalnızca bir günü değil, yüzyılları kapsayan bir direnişin hikâyesidir. Tarih boyunca kadının sesi, görmezden gelinen bir fısıltı mıydı, yoksa kulakları sağır eden bir haykırış mı? Peki, nereden çıktı “Dünya Kadınlar Günü” fikri?
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 kadın dokuma işçisi 'eşit işe eşit ücret', çalışma saatlerinde azalma ve doğum izni istemiyle greve başladı. Bu grev esnasında çıkan yangında fabrikaya kilitlenen 129 kadın işçi yaşamını yitirdi.
Bu trajedi, kadın işçilerin hakları için verdikleri mücadelenin sembolü hâline geldi. Yangından kurtulmayı başaranlar, arkadaşlarının anısını yaşatmak için örgütlenmeye başladı. Kadınlar artık sadece ekmek değil, aynı zamanda özgürlük istiyordu.
1910 yılında Kopenhag’da düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresi’nde, 8 Mart, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak ilan edildi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti.
Tabii ki, 8 Mart bir kutlama değil, bir anmadır. Kadınların tarihin her döneminde yükselttiği bir çığlıktır. Kadın, Türk toplumunda tarih boyunca önemli işlere imza atmış, söz sahibi olmuş ve saygı görmüştür. Günümüzde de onların sesine kulak vermek suretiyle saygıyla ve şefkatle karşılamalıyız.
Bizim tarih sayfalarına baktığımızda, Türk kadınının ilk adımlarını özgür bozkırlarda attığını görürüz. Kadın, sadece bir eş ya da anne değil, devletin ve ocağın eşit sahibiydi. Hatunlar, hakanla birlikte kurultayda söz sahibiydiAlp kadınlar, at üstünde kılıç kuşanır, orduya komuta ederdi. Destanlarda, kadın kahramanların adları erkeklerle yan yana anılırdı.
O dönemde Türk kadını, ne erkeğinin gölgesindeydi, ne de bir köşeye çekilmişti. O, hayatın ve yönetimin tam ortasındaydı. Yani güç sahibiydi.
Ama zaman değişti…
Toplumlar yerleşik hayata geçti, yeni kurallar koyuldu, farklı kültürler benimsendi. Kadın, artık gökyüzünün sonsuz maviliğine değil, yüksek duvarların ardına bakıyordu. Göçebe yaşamda hızlı ve güçlü olan kadın, yerleşik düzende sessiz ve “itaatkâr” olması gereken bir figüre dönüştü. Zamanla sadece bir hanenin içinde var olmaya mahkûm edildi.
Ama asıl değişen kadın değildi, ona biçilen rollerdi.
Özgür bozkırlardan gelen kadın ruhu, artık evlerin içinde sessizleşiyor, hanedan odalarında fısıldıyor, perde arkasından yönlendirmeye çalışıyordu. Sadece annelik yapması, erkeğine kadınlık yapması, itaatkâr olması bekleniyordu.
Osmanlının 600 yıllık döneminde sarayın duvarları ardında güçlü kadınlar vardı, ancak padişahların haremi dışında güçlü Türk kadınlarına pek rastlanmadı. “Kadın, toplumun gözünden uzak olmalı” fikri kök saldı. Ancak, Osmanlı’nın son döneminde kadın, yeniden ışığa çıkmaya çalışıyordu. O ışık Cumhuriyet ile geldi. Büyük  önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk en büyük eserim dediği Cumhuriyetle birlikte gerçekleştirilen Kadın Hakları Devrimi Dünyaya Örnek Oldu.
Kurtuluş Savaşı’nda silah taşıyan, Cumhuriyet’te seçme ve seçilme hakkı kazanan, bilimde, sanatta, sporda öncü olan Türk kadını, vatanı için ayağa kalktı, ekonomik özgürlük sahibi oldu, hayatın her alanında yılmadan yorulmadan yerini almayı başardı.
Cumhuriyet, Türk kadınına sadece haklarını vermedi. Onu sahneye çıkardı, eline kalem, dümen, direksiyon, stetoskop, diploma ve madalya verdi. Kadınlar, yönetimde, ticarette, siyasette, hayatın her alanında çok önemli görevleri başarı ile yerine getirdiler. Cumhuriyet Kadını geleceğin mimarı oldu.
Son elli yılda kadın, ekonomik özgürlüğünü kazandıkça körü körüne itaat etmekten öteye geçti eşitlik istedi, söz sahibi oldu. Buna karşılık kadına şiddet arttı,  boşanmalar çoğaldı. Kadınların üzerinden kutuplaşmalarla ekonomide, siyasette ve eğitimde kadınların önüne görünmez duvarlar örülmeye başlandı. Erkek egemen toplumumuzun bazı zihinlerinde “ Saçı uzun aklı kısa”,kadın şunu yapamaz, buna karışmaz‘ , “elinin hamuruyla sen ne anlarsın” algısı, yıkılması gereken bir duvar gibi halâ duruyor.
Ama unutulmaması gereken bir şey var: Türk kadını, tarihin her döneminde güçlüydü. Kimse ona özgürlüğü bahşetmedi, o kendi özgürlüğünü kazandı. Bunu hatırladığı sürece, kimse onu perde arkasına itemez. Merhum Neşet Ertaş’ın dediği gibi: Kadın insandır, erkek insanoğlu. Kadın varsa erkek vardır. Kadınlar daima güçlüdür. Güçlerini doğru yerde ve doğru zamanda kullanmalıdır.
Kadının elinin değdiği her işte bir güzellik bir zarafet vardır. Bizlerde kadınları ayaklar altına almayıp baş tacı etmeliyiz. Hz. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) buyurduğu gibi: “Cennet annelerin ayakları altındadır”.  Kalın sağlıcakla.