Gözlerinizi kapatın ve kendinizi uzun uzun ağaçların serin gölgesine teslim ettiğiniz, yürürken yaprakların huzur veren hışırtılarını duyduğunuz ve kuş seslerinin anınıza eşlik ettiği bir ormanın içerisinde düşünün.
Nasıl hissediyorsunuz?
Mutlu, huzurlu, sakin, neşeli, rahatlamış?
Doğayla iç içe olmanın bünyeye ne kadar iyi geldiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Yüzyıllardır ormandaki seslerin, ağaç kokusunun, dalların arasından süzülen güneş ışığının ve temiz havanın insanı ne kadar iyi hissettirdiği üzerine yazılıp çiziliyor. Doğadayken stres ve kaygı seviyemiz düşüyor, rahatlıyor ve daha net düşünmeye başlıyoruz. Moralimiz düzeliyor, kaybettiğimiz enerji, canlılık ve tazelik geri geliyor.
En son ne zaman yanınızda cep telefonunuz, kafanızda düşünceleriniz olmadan doğada kayboldunuz?
Hiç yapmadınız değil mi?
Halbuki “doğada olmak” doğamızda var!
Her ne kadar beton, çelik ve benzinle kaplı bir dünyanın içine doğmuş olsak da özümüz doğada; neslimizin ortaya çıkışından yakın geçmişe kadar hep onun içinde yaşadık. Savrulma ise Sanayi Devrimi’nin başlangıcıyla körüklenen şehirleşmeyle birlikte oldu. Hızla şehirlere yığıldık ve çok değil, bundan 15 yıl kadar önce (2007’de), şehirlerde yaşayan insan nüfusu ilk kez kırsal nüfusun üzerine çıktı.
İnsanlık, tarih boyunca hiçbir zaman doğadan şu an olduğu kadar kopuk olmadı. 2050 yılında dünya nüfusunun %66’sının şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor.
Bu süreçte özümüzün doğada olduğunu unuttuk. Doğayı inanılmaz bir hızla tahrip ettik; iklim krizini tetikledik. Günlük hayatta yaşadığımız stres kaynaklı birçok fiziksel ve psikolojik sorunu da biz, kendi tercihimizle özümüzden uzaklaşarak yarattık. Çözüm yolu ise açık; mümkün olduğunca doğaya geri dönmekten geçiyor.
Japon bilim insanları, kendini 1980’lerde doğa ile iç içe olmanın sağlığımıza olan olumlu etkilerini ölçmeye adamışlar. Yapılan çalışmaların sonuçlarına göre ormanda sadece haftada 1 gün bile geçirdiğimizde; stres hormonlarında azalma, kalp ritminde düşüş, kan basıncında azalma ve en çarpıcı olanı da kansere karşı savaşan doğal öldürücü hücrelerde artış tespit edilmiş.
Japonya Orman Bakanlığı’nın insanlara sağlıklı bir yaşam için doğada düzenli olarak vakit geçirmeleri önerisiyle ortaya çıkan Shinrin Yoku(güneş banyosu) son zamanlarda trend ve popüler haline geldi.
Bu kavram ilk olarak 1982 yılında Japonya Orman Bakanlığı’nın insanlara sağlıklı bir yaşam için doğada düzenli vakit geçirmeleri, bir nevi orman banyosu yapmaları yönündeki önerisiyle ortaya çıkmış. O günden bugüne Japonya’da birçok shinrin yoku güzergahı oluşturulmuş ve Japonya Terapi Ormanları Birliği, 10 milyondan fazla insanın sık sık doğayla en yoğun şekilde temas kurmasını sağlamış. Japonların sağlık sigortası kapsamında senede 1 kere ücretsiz shinrin yoku rotasına katılma hakkı mevcut.
Shinrin-yoku Japonya'da ortaya çıkmasına rağmen, son zamanlarda dünya çapında, özellikle stres önleme ve bireysel rahatlamayı sağlamak için sıklıkla başvurulan bir yöntem olmaya başladı.
Ağaçlar arasında yürüyerek, devrilmiş bir kütük üzerinde dakikalarca yatarak, gökyüzüne uzanan ağaçları seyredip üzerinize dökülen yaprakları hissederek, birbirinden güzel onlarca kokuyu soluyarak, sessizliğin sesini dinleyerek orman banyosu yapmış oluyorsunuz.
Ormanlar; kalbimizi, ruhumuzu okşayan, bize kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu, doğanın gücünü hatırlatan, dünya ile ruhumuz arasındaki ilişkiyi güçlendiren köklü ve vazgeçilmez köprülerdir. Bu köprüler bize toprakla olan kadim bağımızı hatırlatıyor ve yeşilin bin bir tonuyla dans ederek şarkılar söyleyerek yüreklerimize dokunuyor.
Ormanlar, bize her mevsim kucak açıyor. İster yaz sıcağında altın renkli yaprakların altında yürüyün ister kışın beyaz örtünün arasında sessizce kaybolun, yüreğinizde her zaman aynı duyguyu hissedersiniz.
Doğaya ayırdığınız vakit, bir toplantı saati kadar kesin değildir, bir yere yetişmez insan doğadayken, acele etmemenin tadını çıkarır. Doğada olmanın güzel yanı, acele etmediğini bilmek. Vücut saatiniz size burada koşacak bir durum yok der sanki.
Orman banyosu, sadece vahşi doğayı sevenler için değil, herkes için erişilebilir ve paha biçilemez bir zinde yaşam formülüdür.
Ruhumuzu rahatlatmasının yanı sıra yeşil bir cevher olan ormanlar, insanoğlunun varoluşundan bu yana doğrudan ve dolaylı faydalar sağlıyor. Ancak şehirleşme ilerledikçe ormanların önemi unutuldu. Bununla birlikte, küresel ısınma ve artan orman yangınları, sürdürülebilirlik açısından ormanların önemini yeniden hatırlatıyor. Kaynakların korunmasından toplum refahına kadar birçok farklı alanda fayda sunan ormanların, dünya ekosistemi için önemi çok büyük.
Ormanlar, su döngüsünün dengeli bir şekilde düzenlenmesinde önemli bir rol oynar. Tatlı suyun bir kısmını yaprak, dal ve gövdelerinde depolar. Böylece yüzey akışıyla tatlı su kaybını ve selleri önler. Dahası su filtresi olarak da görev alır. Yağmur suyunu süzerek yeraltı su kaynaklarını besler ve toprağa giren su miktarını arttır.
Ormanlar hava kirliliğini engellemek için bariyer oluşturur. Dahası, çevresindeki hava kalitesini iyileştirerek solunum yolu hastalıklarının azalmasına da yardımcı olur. Birçok canlı türüne ev sahipliği yapan ormanların ekonomik yararları da büyüktür. Geniş biyoçeşitlilik, farklı iş kollarına kaynak ve işgücü sağlar.
İklim değişikliği ile görmeye başladığımız aşırı sıcaklıklardan korunmanın en doğal çözümü ormanlarda saklıdır.
Yeşilin yüzlerce farklı tonuna sahip olan doğanın; kulaklarımızdan, burnumuzdan, gözlerimizden, ağzımızdan, ellerimizden, ayaklarımızdan girmesine izin verelim.
Şehirler bize iyi gelmiyor, yüzümüzü doğaya, yeşile dönmemiz şart