KENDİ KURTULUŞUNA UYANMAK

Sabahın ilk ışıkları, penceremden içeri süzülürken içimde bir yankı duyuyorum. Sessiz ama ısrarcı bir çağrı gibi… Uyandığım her yeni gün, bana aynı soruyu fısıldıyor: Gerçekten uyanıyor musun? Gözlerimi açıyorum, dünya olduğu gibi duruyor. Rüzgâr aynı ağaçların dallarını sallıyor, şehir aynı gürültüsünde, insanlar telaşla koşturuyor. Ama ben, gerçekten uyandım mı? Yoksa her gün, aynı yorgun rüyanın içinde sürüklenmeye devam mı ediyorum?

Hayatın, her anını kırılgan bir ip üzerinde yürüyen bir dengeye benzetiyorum. İp ince, gerilim yüksek ve her adımda bir kayma hissi içindeyiz. Bazı insanlar, bu ip üzerinde dengeyi bulurlar. Onlar, rüzgârın sertliğine ve karanlık gölgelere rağmen yollarını bulur, adım adım ilerlerler. Ama diğerleri… Diğerleri sürekli düşer, zaman zaman çırpınırlar, elleri boşlukla kavuşmak isterken; o an, gerçek anlamda kurtulmalarının tek yolu kendi içlerinden gelir. Bir insan, en önce kendi içinde uyanmak zorundadır. Kurtuluşun dışarıda, başka insanlar ya da olaylar arasında değil, yalnızca kendi zihinlerinde gizli olduğunu fark etmedikçe bir adım bile atılamaz. Birçok insan, çevresindeki herkesin fikri ve onayını peşinden sürüklerken, aslında kendi içindeki sesin sustuğunun farkında bile değildir. Kurtuluş, başkalarının doğrularına tutsak olmakta değil, kendi kalbinin ve ruhunun en derin, en karanlık köşelerinde bulur. Bazen bir anlık sessizlik gerekir; yalnız kalmak, sadece kendi kalp atışlarını duymak, hayatın gürültüsünden sıyrılmak… Çünkü insanın en büyük dostu ve yol arkadaşı, en sonunda kendi içindeki bilgeliktir. Toplum, aile, arkadaşlar, zaman zaman onlar da doğruyu söylemek için uğraşsalar da nihayetinde bir başkasının doğrusu asla kendine tam olarak hitap etmez. Her bireyin kendi iç yolculuğu vardır. Gerçekten kurtulmak, başkalarının hayatlarını dinleyerek değil, içsel yolculuğunda yalnız başına ilerleyerek mümkündür. En büyük özgürlük, dış dünyadan değil, içsel çelişkilerinden, korkularından ve güvensizliklerinden kurtulmakla gelir. Hayatın bir parçası olan acılar ve düşüşler, her zaman insanı daha güçlü yapmaz. Bazen, onları hissetmek gerekir. Onları inkâr etmek, onları yok saymak, daha derin yaralar açar. Bir insan, acıyı kabul ettiğinde ve onu yeniden şekillendirerek içsel bir güce dönüştürebildiğinde, gerçek anlamda özgürleşir. Ve bu özgürlük, en başta dışarıdan değil, içsel bir aydınlanmadan doğar. Bazı insanlar, toplumun beklentileri altında ezilirler. Bir insanın yalnızca dış görünüşü ya da yaşadığı çevre, kendisini ne kadar değerli ya da güçlü hissetmesi gerektiğini belirleyen bir ölçüt haline gelir. Ama kimse, karşındaki insanın içindeki karanlık odalarını keşfetmeye, orada neler olduğunu görmeye cesaret edemez. O odaların içinde acı, korku ve yalnızlık olabilir. Ama bu odaların içinde, yeniden doğacak olan bir gücün tohumları da vardır. Kendi karanlık köşelerini kabul edebilmek, oraları aydınlatmak ve onlardan öğreneceklerini almak, insanı gerçek anlamda özgürleştirir. Bir insanın gerçek kurtuluşu, sadece fiziken bir yerden başka bir yere gitmekle, bir sorunu çözüp rahatlamakla değil, içinde bulunulan anda ve her anın sorumluluğunu alarak, sadece kendisinin görmek zorunda olduğu ışığı fark etmesindedir. Kendini yeniden inşa etmek, kendi hatalarını ve zayıflıklarını kabullenmekle başlar. Çünkü, insan ne kadar çok şey öğrenirse, o kadar azına ihtiyaç duyar. Huzuru, içindeki karışıklıklardan, insanlardan ya da dışsal etkilerden uzaklaşarak değil, onlarla barış yaparak, kabul ederek, içsel bir denge bulduğu zaman sağlar. Gerçekten kurtulmak, bir anlık aydınlanmadan ya da dışarıdan gelen bir yardım teklifinden değil, kendi içindeki uyanışla mümkün olur. Her insanın taşıdığı potansiyel, onun hayatına anlam katan en değerli mücevheridir. Onu keşfetmek, ancak gerçek benliğiyle yüzleşmekle mümkündür. Bu yüzleşme bazen zor olabilir, korkutucu olabilir. Ama bir insan, kendi içinde bulduğu gücü bir kez tanıdıysa, dış dünyadaki her şeyin sadece bir yansıma olduğunu fark eder.

Sabahın ilk ışıkları tekrar pencereme süzüldü. Bu kez soruyu daha net duyuyorum: Gerçekten uyanıyor musun? Dünya, eski halinden çok farklı değil. Ama ben, içimdeki yankıyı duyabiliyorum. Kendi yolumu bulmaya başladım. Gerçek uyanış, aslında her gün yaşadığım rüyayı terk etmek değil, o rüyanın içinde kaybolan kendimi yeniden keşfetmektir. Bu uyanışta, geçmişin ağırlığı değil, yeniden doğan gücüm var. Çünkü artık, gerçekten kendi kurtuluşuma uyanıyorum.