İnsan geçmişini geride bırakabilir mi gerçekten? Bir zamanlar sevdiği bir şehri, bir sesi, bir kokuyu… Çocukluğunun geçtiği sokakları, akşamın erken karardığı odaları, içinde büyüyen fırtınaları? Unutabilir mi o en masum hâliyle sevdiği insanı, bir zamanlar ona dokunan ellerin sıcaklığını? Unutmak mümkün müdür, yoksa biz sadece unuttuğumuza inanmayı mı seçeriz?
Geçmiş, bir yük gibi sırtımızda taşınır. Bazen hafif bir esinti gibi gelir, bazen bir taş gibi çöker içimize. Ne zaman bir pencere açılsa ne zaman bir şarkı çalsa ne zaman tanıdık bir koku burnumuza çarpsa, onun orada olduğunu hatırlarız. Oysa insan, hep ileriye bakmak ister. Yeniden başlamanın, küllerinden doğmanın büyüsüne inanır. Ama bilmez ki, geçmişi gömmek yetmez; onu toprağa bırakmadan önce, onunla vedalaşmak gerekir. Geçmişi geride bırakmak, kaçmak değildir. Aksine, durup ona bakabilmektir. Tüm hataları, pişmanlıkları, kayıpları kabullenebilmektir. Çünkü geçmiş, inkâr edildikçe büyür. Üzerine örttüğümüz ne varsa bir gün kabuk tutar ve içimizde kanamaya devam eder. İşte bu yüzden, onu anlamadan yürümek imkânsızdır. Bazı geceler, zihnimize aniden bir anı üşüşür. Unuttuğumuzu sandığımız bir yüz, silindiğini düşündüğümüz bir söz, eskimiş bir bakış... Kalbimizde usulca bir sancı hissederiz, içimizde kapanmamış bir yaradan süzülen ince bir sızı gibi. O an anlarız ki, geçmiş dediğimiz şey sadece zamanın ardında kalmış bir görüntü değildir. O, bizimle yürüyen, bizi şekillendiren, her yeni günde bile bizden bir şeyler alıp götüren görünmez bir varlıktır. Ama her şey gibi, onun da bir zamanı vardır. Ve geçmiş, ancak biz onu taşımaktan vazgeçtiğimizde bize veda eder. Bazı anlar vardır daha sonra, bir mevsimin değiştiğini fark ettiğimiz anlar gibi. Bir sabah uyandığımızda gökyüzünün biraz daha farklı göründüğünü hissederiz, içimizde yıllardır oturan ağırlığın hafiflediğini fark ederiz. Bir gün, hiç düşünmeden o eski sokağa gireriz ve içimiz burkulmaz. Bir şarkıyı duyarız ve eskisi kadar acıtmaz. Bir ismi duyarız ve içimizde yankılanmaz. İşte o zaman anlarız ki, geçmiş artık sırtımızda değil, geride kalmıştır. Geçmişi geride bırakmak, kolay bir iş değildir. Çünkü o, bir zamanlar yaşadığımız, acı ve sevinçleriyle var olduğumuz, ruhumuzun derinliklerine işlemiş bir deneyimdir. Bazen bir hatıra, yıllarca süren bir yaradan daha fazla acı verir. O yüzden geride bırakmak, bir karar değil, bir eylemdir. İçimizde yankılanan her sesi, her hatıra izini, birer birer silmek ve ardımızda bırakmak gerekir. Geçmişin, bizi biz yapan bir parça olduğunu kabul etmek, ona veda ederken onu bir dost gibi uğurlamaktır.
Geçmişimizi gömmeden önce onu olduğu gibi kabul etmeliyiz zaman belki yaraları silmez ama onlara yeni anlamlar kazandırır ve bizler geçmişi gömmeden önce ona son bir kez bakıp yolumuza devam ettiğimizde, gerçekten özgürleşiriz.