YARINLARIN BEDELİ

Bir günün yükünü yarına bırakan insanlar gördüm. Kalemlerini masaya bırakırken, bir daha hiç dokunamayacaklarını bilmeden çektikleri derin bir nefesin içinde saklanan kelimelerle... Bugün söylenmesi gereken sözler ertelenmiş, sarılacak eller uzakta kalmış, yaşanması gereken anılar bir başka zamana ertelenmişti. Oysa hayat, hiçbir zaman ertelenmeyi beklemezdi. İnsan, hep “daha vakit var” diye düşünür. “Yarın yaparım,” der, sanki yarın gerçekten varmış gibi. Sanki yarın, bugünden daha kesin bir gerçeklikmiş gibi. Ancak zaman dediğimiz şey, elimizde avucumuzda tutabildiğimiz bir madde değil; o, kuş misali avuçlarımızdan kayıp giden, ne kadar sıkı tutarsak tutalım yakalayamadığımız bir hayal. Ve işte biz, bu hayali her defasında yarına teslim ederiz.

Hayatın bir köşesinde, biriktirilmiş pişmanlıklarla dolu bir bavulun var olduğuna inanıyorum. O bavulun içinde söylenmemiş sözler, yarım kalmış hayaller, yazılmamış şiirler, yaşanmamış sevinçler var. İnsan, o bavulu taşırken omuzlarına binen yükün farkına varmaz, ta ki bir gün o bavul tamamen dolup kapanamayacak hale gelene kadar. İşte o an, bir ömrün ertelenmiş hayalleriyle yüzleşiriz. Ve anlarız ki, ertelediğimiz her şey aslında kendimize verdiğimiz bir kayıpmış. Kayıp demişken geçtiğimiz günlerde Bolu’nun Kartalkaya Kayak Merkezi’nde bir otelde çıkan yangın, hepimizi derinden sarstı. 78 can, alevler içinde hayata veda etti. Arkalarında yürek yakan bir sessizlik, gözyaşları ve asla kapanmayacak yaralar bırakarak... Ancak bu facia, sadece alevlerin değil, yıllarca ertelenmiş sorumlulukların ve göz ardı edilmiş ihmallerin de bir sonucu. Otelin güvenlik önlemleri yetersizdi. Yangın alarmı yoktu, duman dedektörleri çalışmıyordu, otomatik söndürme sistemleri eksikti. Oysa bunlar bir tesiste olmazsa olmaz, her şeyden önce insan hayatını koruma altına alacak en temel gerekliliklerdir. Ancak bu önlemler, günler, haftalar, yıllar boyunca bir sonraki zamana bırakılmıştı. Ve o “sonraki zaman” hiçbir zaman gelmedi. Çünkü alevler, o zamana kadar beklemeyi kabul etmedi. Yangın, hepimize haykırdı: “Bugün yapmadığınız her şey, yarın sizi geri dönüşü olmayan bir yola sokabilir.” Otel yönetiminin yıllardır ihmal ettiği bu sorumluluklar, yalnızca otelin değil, insanların hayatlarının da kül olmasına neden oldu. Yanan sadece bina değildi; hayaller, aileler, umutlar da o alevlerin içinde kayboldu. Biz, her şeyi ertelemeye alışmış bir toplum olarak güvenlik tedbirlerini, denetimleri, hatta sevdiklerimize olan sevgimizi bile yarına bırakıyoruz. Ancak yarın her zaman bizimle olmayabilir. Yangın gibi felaketler, bu acı gerçeği yüzümüze tokat gibi çarpar. Peki bu ihmalin ardında ne vardı? Büyük bir sorumsuzluk mu, ekonomik kaygılar mı, yoksa nasıl olsa kimseye bir şey olmaz kafası mı? Her biri bu acının birbirini tamamlayan yapboz parçalarıydı. Eğer zamanında bu tedbirler alınsaydı, yarınlara ertelenmeseydi 78 kişi şu an hayatta onlarca aile bu acıyı yaşamayabilirdi ama şimdi elimizde sadece ne kaldı? Keşkeler, suçlamalar ve kaybedilmiş hayatlar. Ders almış mıydık? Yoksa bu olayı da bir fırsata çevirip yangın tüplerinin fiyatlarını yüzde yüz zamlandırdık mı? Daha ne kadar bencil ve kör olmaya devam edebilirdik ki, ne zaman bir insan hayatının hiçbir maddi kazançla kıyaslanamayacak kadar değerli olduğunu anlayacağız? Eğer bir felaket daha yaşamadan bu sorulara cevap vermezsek insanlık adına sonsuz bir utanç içerisinde olmaya mahkûmuz. Bolu’daki yangın, gözlerimizi bir kez daha açmalı. Bugün yapmamız gerekenleri yarına bırakma lüksümüz yok. Güvenlik önlemleri almak, denetimleri sıkılaştırmak ve hayatı korumak, ertelenemeyecek sorumluluklarımızdır. Çünkü yarın, ne yazık ki, bir daha o canları geri getirmeyecek.

Alevlerin külleri soğurken, toplum olarak hepimizin şunu unutmaması gerek: Hayat, ihmale gelmez. Ertelediğiniz her şey, bir gün elinizdeki en değerli şeyleri alıp götürebilir. Bugün harekete geçmek, yarınlarımızın garantisi olacaktır. Böylece yarınlarımız bizlere bedel olarak değil umutla yaşanacak güzel günler olarak döner.