Bir zamanlar, kalplerinde saf ışık taşıyan insanlar yaşardı. Bu ışık, onları birbirine bağlayan, gecenin karanlığında bile yollarını aydınlatan bir armağandı. Ama her ışığın olduğu yerde bir gölge vardı ve bu gölgeler ne karanlığın doğasıydı ne de gecenin sessizliği. Bunlar şeytanın izleriydi; her adımda daha derine çeken bir yolun haritasıydı.
Şeytan, hiçbir zaman karşısında dikilip de kendini göstermezdi insana. O sadece fısıldardı " biraz daha fazla..., daha yükseği hedefle…, hak ettiğini al... "onun fısıltısının ne kadar çekici olduğuna şaşarak ilerledi. Gördüğü izler onu mutluluğa, kudrete götüren bir yol gibi görünüyordu ama attığı her adım, bir başka ruhun düşüşüydü; farkında değildi. İzler sadece hırs ve arzuyla gizli değildi kimi zaman haklı bir öfkenin içine gizlenirdi kimi zaman ise " iyilik" adı altında yapılan bir bencilliğin içinde. Şeytanın izleri, insanın zaaflarını tanıyordu; bu yüzden asla karşı koyamayacaklarını vaat ediyordu. O izleri takip edenler yolun sonunda yalnız kendi yansımalarını bulacaklarını bilmeliydiler. Ve belki de o zaman anlayacaklardı " cehennem boştu ve bütün şeytanlar buradaydı" (Shakespeare) insanlar cehennemi kendileri yaratıyordu yıkılmış şehirler, söndürülmüş umutlar, birbirine düşman edilmiş topluluklar ... Her şey bu yeni dünyanın parçasıydı. Oysa kimse fark etmiyordu bu dünyayı şekillendiren eller bizim ellerimizdi şeytan sadece yön göstermişti yıkımı gerçekleştiren, şeytandan biri olmayı isteyen de insanın ta kendisiydi. Bir anne evladını hırsla rekabete sürüklüyor, bir baba ailesini çıkar için satıyordu arkadaşlıklar menfaatle, aşklar korkuyla yoğruluyordu. Şeytanların buradaki varlığının bir önemi var mıydı kenara çekilmiş izliyorlardı sadece. Belki de onlardan daha iyi oynuyorduk şeytan rolünü aynaya bakınca artık kendimizi görmüyorduk. Fakat her şeyin içinde kırık bir parça vardı, o parça insanın hâlâ içinde taşıdığı merhametti; şeytanların söküp atamadığı o son kırıntı. Bir yerlerde hâlâ bir çocuğun gülüşü, bir yabancının yardımı, bir annenin duası, bir babanın fedakarlığı, bir öğretmenin gayreti, mazlum için dökülen bir damla gözyaşı... Bu küçük ışıklar cehennemin karanlığını delip geçmese de bir umut taşıyordu. Şeytanların izinde yürüyen ve ona dönüşen insanlara bir fırsat sunulmuştu. Kendi karanlığını kabul edip o ışığı çoğaltmak mı, yoksa cehennemin ateşine kendi ruhunu da atmak mı? İşte bu seçim insanın hâlâ sahip olduğu en büyük gücüydü. Ve belki bir gün cehennem gerçekten boş kalacak şeytanlarda insanın yeniden insan olduğunu izlemek zorunda kalacaktı işte o zaman hepimizin aynadaki yansımaları parlayacaktı iyi bir insan olmanın verdiği mutlulukla etrafımıza neşe saçacaktık
Şeytanları yok edemezdik ama onları tanımak onların üstünde bir irade yaratır. Hakikate ulaşan için, şeytanların izleri artık bir tehdit değil bir öğretiye dönüşür fısıltıları ise bizi bir aldanmadan daha çok aydınlanmaya götürür böylece bir zamanlar anılan, o saf ışık taşıyan insanlardan olabiliriz.