MONOTONLUĞUN PENÇESİNDE

Günler birbirini kovalıyor ve her gün bir öncekine benziyordu. Sanki zaman hiç bitmeyen bir döngünün arasında sıkışıp kalmıştı. Her sabah aynı saatte uyanmak, aynı yüzleri görmek, aynı kişilere selam vermek... İnsanın yaşamına sinsice yerleşen bir gölge gibiydi monotonluk, pençesine düşürdükleri ise onun   en sadık mahkumlarıydı.
Alışkanlıklarımıza tutunarak güvenli bir liman yarattığımızı zannederiz ama bu limanın bir kafese dönüştüğünden haberimiz yoktur. Monotonluk, özgürlüğü hapseden görünmez bir duvardır başta bize kol kanat gerdiğini, dışarıdaki tüm kötülüklerden bizi koruduğunu düşünürüz ama zamanla duvarlar üstünüze gelmeye başlar tutsak olduğumuzun farkına varırız. Etrafımızdaki renkler soluk, anılarımız ise siliktir günlerin sıradanlığı ve alışmış olduğunuz bu düzen ruhumuzu daraltır. Her şey aynılaşır; sabahlar geceye, geceler sabahlara karışır. Ne zamanın ne de mekânın bir anlamı kalır. İnsan monotonluğun içinde kaybolmuş bir gezgindir hayat giderek içinden çıkması zor bir durum hâlini alırken rutinlerimizin ardında kaybolmuş arzular, yok olmuş umutlar vardır. Ve her geçen günle, insan biraz daha kendinden uzaklaşır sanki her şeyin adı belliydi de her hareketin anlamı kayboluyordu. En derin çöküşlerin içinde hep bir yol olduğuna inandım belki de bu inanç sayesinde monotonluğu insanın en karanlık zamanlarında kendini keşfetmesi için bir fırsat olarak gördüm çünkü hiçbir şey asla tamamen durmaz bir gün o durağanlık, kaybolan bir umut gibi tekrar doğar. Monotonluk onu fark ettiğimiz zaman sona erecek bir durumdur. Gittiğimiz yolları, uyandığımız saati, karşılaşacağımız insanları, sabah çay içtiğimiz bardağı... Bunların hepsini değiştirebilirdik hatta her gün doğan güneşin odamıza gelme açısını bile değiştirebilirdik, gece olduğunda hüzünlenip karamsar bir hâl almak yerine birkaç yıldızın nadiren bulunduğu anların tadını çıkartabilirdik. Böylece yavaş yavaş monotonluk bir hapis değil bir öğretmen haline gelir insana aynı şeyleri yaptırarak farklı olmayı öğretir çünkü en derin değişim dışarıda değil insanın içinde gerçekleşir. Tıpkı bir nehrin sularının her zaman aynı yönde akarken, bazen küçük bir taşın yer değiştirmesiyle nehrin bambaşka bir şekil alması gibi. Yaptığımız bu içsel değişim, her zaman yeniden doğmak için en güçlü yolculuk olacaktır. Ve belki de gerçek yenilik, aynı olanı farklı bir gözle görmekte, her şeyin ötesindeki anlamı aramakta gizlidir.
Monotonluk pençesiyle önce bizi yaralamıştı içimizi kanatmıştı onu fark etmeniz için yalvarıp durmuştu ama birgün o yaraların izleri bir anlam kazandı ; her şeyin aynı olduğu bir dünyada kendi içimizde farklı bir hayat  yarattı. Ve yaratılan bu hayat monotonluğun gölgesinde sonsuza dek yeşermeye devam etti.